Risale:Mesnevi-i Nuriye (Ayet-Hadis Mealleri)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden


Mesnevi-i Nuriye

(Türkçe Tercümesi)

Mütercim Abdülmecid Nursî

Mesnevî-i Nuriye

Bu Mesnevî-i Nuriye 1921- 1922 yıllarında İstanbul'da Arapça olarak te'lif edilmiş olup Arapça olarak yayınlanmıştır. Bilahere 1950 den sonra Abdülmecid Ağabey tarafından tercüme edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır. (İbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm 24)

Lem'alar

(Türkçe Risale-i Nur'un Yirmiikinci Sözü ile aynı mealdedir)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

Allah herşeyin yaratıcısıdır. Ve O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. (Zümer 62)

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona âittir. (Zümer 63)

فَسُبْحَانَ الَّذ۪ى بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ

Şânı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. (Yâsin 83)

{{{1}}}
دَرْ رَاسْتْ م۪ى د۪يدَمْ كِه د۪ى رُوزْ مَزَارِ پَدَرِ مَنَسْتْ

Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki, dünkü gün, pederimin kabri; ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi. (Haşiye-1)

Haşiye-1: İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.

وَ دَرْ چَپْ د۪يدَمْ كِه فَرْدَا قَبْرِ مَنَسْتْ

Sonra soldaki istikbale baktım, derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim; ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp, ünsiyet değil, belki vahşet verdi. (Haşiye-2)

Haşiye-2: İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi, sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmâniye gösterir.

وَ ا۪يمْرُوزْ تَابُوتِ جِسْمِ پُرْ اِضْطِرَابِ مَنَسْتْ

Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır güne baktım. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor. (Haşiye-3)

Haşiye-3: İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.

بَرْسَرِ عُمْرْ جَنَازَهءِ مَنْ ا۪يسْتَادَه اَسْتْ

İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. (Haşiye-4)

Haşiye-4: İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.

دَرْ قَدَمْ آبِ خَاكِ خِلْقَتِ مَنْ وَ خَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنَسْتْ

O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda, ayak altında, kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı. (Haşiye-5)

Haşiye-5: İman, o toprağı, rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.

چُونْ دَرْ پَسْ م۪ينِگَرَمْ ب۪ينَمْ ا۪ينْ دُنْيَاءِ ب۪ى بُنْيَادْ ه۪يچْ دَرْ ه۪يچَسْتْ

Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehrini ilâve etti. (Haşiye-6)

Haşiye-6: İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.

وَ دَرْ پ۪يشْ اَنْدَازَهءِ نَظَرْ م۪يكُنَمْ دَرِ قَبِرْ كُشَادَه اَسْتْ
وَ رَاهِ اَبَدْ بَدُورِ دِرَازْ بَد۪يدَارَسْتْ

Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor. (Haşiye-7)

Haşiye-7: İman, o kabir kapısını âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem olur.

مَرَا جُزْ جُزْءِ اِخْتِيَار۪ى چ۪يز۪ى ن۪يسْتْ دَرْ دَسْتْ

İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim. (Haşiye-8)

Haşiye-8: İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır.

كِه اُو جُزْءْ هَمْ عَاجِزْ هَمْ كُوتَاه و هَمْ كَمْ عَيَارَسْتْ

Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez. (Haşiye-9)

Haşiye-9: İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip, her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüzî kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi...

نَه دَرْ مَاض۪ى مَجَالِ حُلُولْ نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذْ اَسْتْ

Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur. (Haşiye-10)

Haşiye-10: İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.

مَيْدَانِ اُو ا۪ينْ زَمَانِ حَال و يَكْ آنِ سَيَّالَسْتْ

O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.

بَا ا۪ينْ هَمَه فَقْرْهَا وَ ضَعْفْهَا قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه
نُوِشْتَه اَسْتْ دَرْ فِطْرَتِ مَا مَيْلِ اَبَدْ وَ اَمَلِ سَرْمَدْ

İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.

بَلْكِه هَرْ چِه هَسْتْ ، هَسْتْ

Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.

دَٓائِرَهءِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَٓائِرَهءِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْگ۪ى دَارَسْتْ

İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

خَيَالْ كُدَامْ رَسَدْ اِحْتِيَاجْ ن۪يزْ رَسَدْ
دَرْ دَسْتْ هَرْچِه ن۪يسْتْ دَرْ اِحْتِيَاجْ هَسْتْ

Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.

دَٓائِرَهءِ اِقْتِدَارْ هَمْچُو دَٓائِرَهءِ دَسْتِ كُوتَاهْ كُوتَاهَسْتْ

Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

پَسْ فَقْر و حَاجَاتِ مَا بَقَدْرِ جِهَانَسْتْ

Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.

وَ سَرْمَايَهءِ مَا هَمْ چُو جُزْءِ لَايَتَجَزَّا اَسْتْ

Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir.

ا۪ينْ جُزْءْ كُدَامْ وَ ا۪ينْ كَٓائِنَاتِ حَاجَاتْ كُدَامَسْتْ

İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.

پَسْ دَرْ رَاهِ تُو َازْ ا۪ينْ جُزْءْ ن۪يزْ بَازْ م۪ى گُذَشْتَنْ چَارَهءِ مَنْ اَسْتْ

O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.

تَا عِنَايَتِ تُو دَسْتْگ۪يرِ مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ ب۪ى نِهَايَتِ تُو پَنَاهِ مَنْ اَسْتْ

Ta, Senin inâyetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.

آنْ كَسْ كِه بَحْرِ ب۪ى نِهَايَتِ رَحْمَتْ يَافْتْ اَسْتْ تَكْيَه
نَه كُنَدْ بَرْ ا۪ينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَابَسْتْ

Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.

اَيْوَاهْ ا۪ينْ زِنْدِگَان۪ى هَمْ چُو خَابَسْتْ
و۪ينْ عُمْرِ ب۪ى بُنْيَادْ هَمْ چُو بَادَسْتْ

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْتْ آمَالْ ب۪ى بَقَا آلَامْ بَبَقَا اَسْتْ

Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan zevâle mahkûmdur, sür'atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekàsız, elemler ruhta bâki kalır.

بِيَا اَىْ نَفْسِ نَافَرْجَامْ وُجُودِ فَانِى ىِ خُودْرَا فَدَا كُنْ
خَالِقِ خُودْرَا كِه ا۪ينْ هَسْت۪ى وَد۪يعَه هَسْتْ

Madem hakikat böyledir. Gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldızböceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Balarısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur; bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.

Öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir.

وَ مُلْكِ اُو وَ اُو دَادَه فَنَا كُنْ تَا بَقَا يَابَدْ
اَزْ آنْ سِرّ۪ى كِه ، نَفْىِ نَفْىْ اِثْبَاتْ اَسْتْ

Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta bekà bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur.

خُدَاىِ پُرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا مِى خَرَدْ اَزْ تُو
بَهَاىِ ب۪ى گِرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِگَاهْ دَارَسْتْ

Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor; Cennet gibi büyük bir fiyatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor, kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim, hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Ta beş hasâretten kurtulup, beş ribhi birden kazanasın.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Şüphesiz ki namaz, mü'minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır. (Nisâ 103)

وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا

Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. (Âl-i İmrân 103)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

(O Allah) ne güzel mevla, dost ne güzel yardımcıdır. (Enfâl 40)

اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir. (Yâsin 82)

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman 28)

وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ

Arşı su üzerinde idi... (Hûd 7)

سَقْفُ الْجَنَّةِ عَرْشُ الرَّحْمٰنِ

Cennetin damı Rahmân'ın Arşıdır. (el-Münâvî, Künûzü'l-Hakâik, s.78)

Zeyl-ül Hubab

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَللّٰهُمَّ يَا قَيُّومَ الْاَرْضِ وَ السَّمَٓاءِ اِنَّا نُشْهِدُكَ وَ جَم۪يعَ مَصْنُوعَاتِكَ وَ جَم۪يعَ خَلْقِكَ بِاَنَّكَ اَنْتَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ وَ نَسْتَغْفِرُكَ وَ نَتُوبُ اِلَيْكَ وَ نَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَ رَسُولُكَ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ كَمَا يُنَاسِبُ حُرْمَتَهُ وَ كَمَا يَل۪يقُ بِرَحْمَتِكَ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ٓ اَجْمَع۪ينَ

Ey yer ve göğün kayyûmu olan Allah'ım! Seni ve Senin bütün san'at eserlerini ve mahlûklarını şahit tutarak ilân ederiz ki, Sen, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'sın. Sen birsin, ortağın yoktur. Günahlarımızın affı için Sana dönüyor ve af diliyoruz. Alemlere rahmet olarak gönderdiğin Muhammed'in, Senin kulun ve peygamberin olduğuna da şehadet ediyoruz. Allah'ım, Onun hürmetine münasip ve Senin rahmetine lâyık şekilde, Ona ve bütün Âl ve Ashabına salât ve selâm eyle.

تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ

Bulutların geçişi gibi geçip gider. (Neml 88)

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَٓاؤُكُمْ

De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?" Furkan 77

اَللّٰهُمَّ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ وَ ارْحَمْ اُمَّةَ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ وَ نَوِّرْ قُلُوبَ اُمَّةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ بِنُورِ الْا۪يمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ وَ نَوِّرْ بُرْهَانَ الْقُرْاٰنِ وَ عَظِّمْ شَر۪يعَةَ الْاِسْلَامِ اٰم۪ينَ

Ey Erhamü'r-Râhimîn olan Allah'ım! Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine rahmet et ve onların kalblerini iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Kur'ân'ın burhanlarını izhar et ve İslâm dinini yücelt. Âmin.

Habbe

حَبَّه م۪ى گُويَدْ

Habbe diyor ki:

مَنْ شَاخِ دِرَخْتَمْ پُرْ اَزْ مَيْوَهءِ تَوْح۪يدْ يَكْ شَبْنَمَمْ اَزْ يَمْ پُرْ اَزْ لُؤْلُؤِ تَمْج۪يدْ

Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağacın dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى د۪ينِ الْاِسْلَامِ وَ كَمَالِ الْا۪يمَانِ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى مُحَمَّدٍ ۨالَّذ۪ى هُوَ مَرْكَزُ دَٓائِرَةِ الْاِسْلَامِ وَ مَنْبَعُ اَنْوَارِ الْا۪يمَانِ وَعَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ٓ اَجْمَع۪ينَ مَا دَامَ الْمَلَوَانِ وَمَا دَارَ الْقَمَرَانِ

Din-i İslâm ve kemâl-i iman için Allah'a hamd olsun. Daire-i İslâmın merkezi ve envâr-ı imanın menbaı olan Muhammed ile Onun bütün âl ve ashabına, gece gündüz, ay ve güneş devam ettikçe salât ve selâm olsun.

اِنَّا لِلّٰهِ وَ اِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara 156)

اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا

Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiyâ 30)

وَ جَعَلْنَا‌ مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَىٍّ

Her canlı şeyi sudan yarattık. (Enbiyâ 30)

اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ى

Cenâb-ı Hak herşeyden evvel benim nurumu yarattı. (Bu hadis, Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak'tan şu lafızlarla rivayet edilmiştir: "Evvelu mâ halakallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir" Yani, "Cenâb-ı Hak herşeyden evvel senin Peygamberinin nurunu yarattı ey Câbir." el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ 205 129)

اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِ بَلْ هُمْ ف۪ى لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ

Onların ilk yaratılışı Bize zor mu geldi ki, tekrar diriltmekten âciz kalalım? Doğrusu onlar ilk yaratılışlarını kabul ettikleri halde yeni bir yaratıştan şüphe ediyorlar. (Kâf 15)

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Onların duaları şu sözlerle sona erer: 'Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (Yûnus 10)

عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُش۪يرُ

Sözlerimiz muhtelifse de, Senin hüsnün birdir. O sözlerin hepsi de o güzelliğe işaret eder.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا‌ ٭ مِنَ الْمَـلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَٓائِلُ

Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, yüce semâvî meclisten (mele-i a'ladan) sana gönderilmiş mektuplardır.

وَ عَيْن۪ى قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَب۪يبَت۪ى

Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyudu.

وَ لَمْ تَنْتَبِهْ اِلَّا بِصُبْحِ مَش۪يبِ

Ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım.

يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ

Allah dilediğini yapar. (İbrahim 27)

وَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ

Allah dilediği gibi hükmeder. (Mâide 1)

اِلٰه۪ى لَازِمٌ عَلَىَّ اَنْ لَٓا اُبَالِىَ وَ لَوْ فَاتَ مِنّ۪ى حَيَاتُ الدَّارَيْنِ وَ عَادَتْنِى الْكَائِنَاتُ بِتَمَامِهَا اِذْ اَنْتَ رَبّ۪ى وَ خَالِق۪ى وَ اِلٰه۪ٓى اِذْ اَنَا مَخْلُوقُكَ وَ مَصْنُوعُكَ ل۪ى جِهَةُ تَعَلُّقٍ وَ اِنْتِسَابٍ مَعَ قَطْعِ نِهَايَةِ عِصْيَان۪ى وَ غَايَةِ بُعْد۪ى لِسَٓائِرِ رَوَابِطِ الْكَرَامَةِ فَاَتَضَرَّعُ بِلِسَانِ مَخْلُوقِيَّت۪ى يَا خَالِق۪ى ٭ يَا رَبّ۪ى يَا رَازِق۪ى يَا مَالِك۪ى يَا مُصَوِّر۪ى ٭ يَٓا اِلٰه۪ٓى اَسْئَلُكَ بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى وَ بِاِسْمِكَ الْاَعْظَمِ وَ بِفُرْقَانِكَ الْحَك۪يمِ وَ بِحَب۪يبِكَ الْاَكْرَمِ وَ بِكَلَامِكَ الْقَد۪يمِ وَ بِعَرْشِكَ الْاَعْظَمِ وَ بِاَلْفِ اَلْفِ قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ اِرْحَمْن۪ى يَٓا اَللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ يَا حَنَّانُ يَا مَنَّانُ يَا دَيَّانُ اِغْفِرْل۪ى يَا غَفَّارُ يَا سَتَّارُ يَا تَوَّابُ يَا وَهَّابُ اِعْفُ عَنّ۪ى يَا وَدُودُ يَا رَؤُفُ يَا عَفُوُّ يَا غَفُورُ ٭ اُلْطُفْ ب۪ى يَا لَط۪يفُ يَا خَب۪يرُ يَا سَم۪يعُ يَا بَص۪يرُ

Allah'ım! Sen benim Rabbim, Hâlık'ım ve Ma'bud'um olduktan sonra, iki dünyanın hayatını da kaybetsem ve kâinat bütünüyle bana düşmanlık da etse, ehemmiyet vermemeliyim.

Çünkü, ben Senin mahlûkun ve masnuunum. Sonsuz günahkârlığım ve insana değer kazandıran sair güzel hasletlerden nihayetsiz uzaklığımla beraber, Senin ile bir alâka ve intisap cihetim var. İşte Senin böyle durumdaki bir mahlûkunun lisanıyla niyaz ediyorum ey Hâlık'ım, ey Rabbim, ey Razık'ım, ey Malik'im, ey Musavvir'im!

Yâ İlâhî! Esma-i Hüsnan, İsm-i Azam'ın, Kur'ân-ı Hakîm'in, Habib-i Ekrem'in, Kelâm-ı Kadim'in, Arş-ı Azamın ve bir milyon İhlâs hürmetine bana merhamet et yâ Allah, yâ Rahman, yâ Hannan yâ Mennan, yâ Deyyan!

Günahlarımı bağışla yâ Gaffar, yâ Settar, yâ Tevvâb, yâ Vehhâb!

Beni affet yâ Vedûd, yâ Raûf, yâ Afüv, yâ Gafur! Bana lütufta bulun yâ Lâtif, yâ Habîr, yâ Semî, yâ Basîr!

وَ تَجَاوَزْ عَنّ۪ى يَا حَل۪يمُ يَا عَل۪يمُ يَا كَر۪يمُ يَا رَح۪يمُ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ يَا رَبِّ يَا صَمَدُ يَا هَاد۪ى جُدْ عَلَىَّ بِفَضْلِكَ يَا بَد۪يعُ يَا بَاق۪ى يَا عَدْلُ يَا هُوَ اَحْىِ قَلْب۪ى وَ قَبْر۪ى بِنُورِ الْا۪يمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ يَا نُورُ يَا حَقُّ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا مَالِكَ الْمُلْكِ يَا ذَا الْجَلَالِ وَ الْاِكْرَامِ يَٓا اَوَّلُ يَٓا اٰخِرُ يَا ظَاهِرُ يَا بَاطِنُ يَا قَوِىُّ يَا قَادِرُ يَا مَوْلَاىَ يَا غَافِرُ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ اَسْئَلُكَ بِاِسْمِكَ الْاَعْظَمِ فِى الْقُرْاٰنِ وَ بِمُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ اَلَّذ۪ى هُوَ سِرُّكَ الْاَعْظَمُ ف۪ى كِتَابِ الْعَالَمِ اَنْ تَفْتَحَ مِنْ هٰذِهِ الْاَسْمَٓاءِ الْحُسْنٰى كُوَاةً مُف۪يضَةً اَنْوَارَ الْاِسْمِ الْاَعْظَمِ اِلٰى قَلْب۪ى ف۪ى قَالِب۪ى وَ اِلٰى رُوح۪ى ف۪ى قَبْر۪ى فَتَص۪يرَ هٰذِهِ الصَّح۪يفَةُ كَسَقْفِ قَبْر۪ى وَ هٰذِهِ الْاَسْمَٓاءُ كَكُوَاتٍ تُفِيضُ اَشِعَّةَ شَمْسِ الْحَق۪يقَةِ اِلٰى رُوح۪ى اِلٰه۪ٓى اَتَمَنَّى اَنْ يَكُونَ ل۪ى لِسَانٌ اَبَدِىٌّ يُنَاد۪ى بِهٰذِهِ الْاَسْمَٓاءِ اِلٰى قِيَامِ السَّاعَةِ فَاَقْبَلْ هٰذِهِ النُّقُوشَ الْبَاقِيَةَ بَعْد۪ى نَائِبًا عَنْ لِسَانِىَ الزَّائِلِ

Günahlarımı affet yâ Halîm, yâ Alîm, yâ Kerîm, yâ Rahîm!

Bizi dosdoğru yola hidayet et yâ Rab, yâ Samed, yâ Hâdî!

Bana fazl ve ihsanda bulun yâ Bedî, yâ Bâkî, yâ Adl, yâ Hû!

Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur'ân nuruyla canlandır yâ Nur, yâ Hak, yâ Hayy, yâ Kayyum, yâ Malike'l-Mülk, yâ Zelcelâl-i ve'l-İkram, yâ Evvel, yâ Ahir, yâ Zahir, yâ Bâtın, yâ Kavî, yâ Kadir, yâ Mevlâm, yâ Gafir!

Yâ Erhamerrâhimîn! Kur'ân'daki İsm-i Azam ve şu âlem kitabındaki en büyük sır olan Hz. Muhammed (a.s.m.) hürmetine, bu güzel isimlerini bedenimdeki kalbime ve kabrimdeki ruhuma İsm-i Azam'ın nurlarını akıtan pencereler eylemeni niyaz ediyorum. Bu sayfa, kabrimin tavanı, bu isimler de hakikat güneşinin huzmelerini ruhuma akıtan pencereler olsun. Allah'ım! Kıyamete kadar bu isimlerle dua eden ebedî bir dilimin olmasını temenni ediyorum. Öyle ise, şu kalıcı yazıları, benden sonra geçici dilim yerine kabul eyle.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تُنْج۪ينَا بِهَا مِنْ جَم۪يعِ الْاَهْوَالِ وَ الْاٰفَاتِ وَ تَقْض۪ى لَنَا بِهَا جَم۪يعَ الْحَاجَاتِ وَ تُطَهِّرُنَا بِهَا مِنْ جَم۪يعِ السَّيِّئَاتِ وَ تَغْفِرَ لَنَا بِهَا جَم۪يعَ الذُّنُوبِ وَ الْخَط۪ٓيئَاتِ يَٓا اَللّٰهُ يَا مُج۪يبَ الدَّعَوَاتِ اِجْعَلْ ل۪ى ف۪ى مُدَّةِ حَيَات۪ى وَ بَعْدَ مَمَات۪ى ف۪ى كُلِّ اٰنٍ اَضْعَافَ اَضْعَافِ ذٰلِكَ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ مَضْرُوب۪ينَ ف۪ى مِثْلِ ذٰلِكَ وَ اَمْثَالِ اَمْثَالِ ذٰلِكَ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ اَصْحَابِه۪ وَ اَنْصَارِه۪ وَ اَتْبَاعِه۪ وَاجْعَلْ كُلَّ صَلَاةٍ مِنْ كُلِّ ذٰلِكَ تَز۪يدُ عَلٰٓى اَنْفَاسِىَ الْعَاصِيَةِ ف۪ى مُدَّةِ عُمْر۪ى وَ اغْفِرْل۪ى وَ ارْحَمْن۪ى بِكُلِّ صَلَاةٍ مِنْهَا بِرَحْمَتِكَ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ اٰم۪ينَ

Allah'ım! Peygamber Efendimize (a.s.m.) rahmet eyle. Öyle rahmet ki, Onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtar. Bütün ihtiyaçlarımızı o rahmetin hürmetine yerine getir.

Bütün günahlarımızı o rahmetin hürmetine temizle, o rahmetin ile bütün hata ve günahlarımızı bağışla.

Ey Allah'ım, ey dualara cevap veren Mucîbe'd-Daavat! Hayatım boyunca ve ben öldükten sonra, her an bu salâvatın kat kat fazlasını ver. Bir milyon salât ve selâm, bir o kadar da çarpımından çıkan netice ve bunun da kat kat fazlası Efendimiz Muhammed'e, Onun Âl, Ashap, yardımcı ve tâbilerine olsun. Bu salâvatların her birini benim ömür müddetimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt. Bu salâvatların her birisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle yap, yâ Erhamerrâhimîn. Âmin.

Zeyl-ül Habbe

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

Allah'ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَ نِعْمَ النَّص۪يرُ

O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır. (Enfâl 40)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ الْا۪يمَانِ وَالْاِسْلَامِ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الْاَمْطَارِ وَاَمْوَاجِ الْبِحَارِ وَثَمَرَاتِ الْاَشْجَارِ وَنُقُوشِ الْاَزْهَارِ وَنَغَمَاتِ الْاَطْيَارِ وَلَمَعَاتِ الْاَنْوَارِ وَالشُّكْرُ لَهُ عَلٰى كُلِّ مِنْ نِعَمِه۪ فِى الْاَطْوَارِ بِعَدَدِ كُلِّ نِعَمِه۪ فِى الْاَدْوَارِ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِ الْاَبْرَارِ وَالْاَخْيَارِ مُحَمَّدٍ ۨالْمُخْتَارِ وَعَلٰٓى اٰلِهِ الْاَطْهَارِ وَاَصْحَابِه۪ نُجُومِ الْهِدَايَةِ ذَوِى الْاَنْوَارِ مَادَامَ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ

Bize bahşettiği îmân ve İslâm nimeti için yağmurun katreleri, denizlerin dalgalaları, ağaçların meyveleri, çiçeklerin nakışları, kuşların nağamâtı ve nurların lemaâtı sayısınca Allah'a hamdolsun.

Ve her türlü halde bize in'âm ettiği bütün nimetleri için, bütün çağlardaki bütün nimetleri adedince Allah'a şükürler olsun. Hem, iyilik ve hayır sahiplerinin efendisi Muhammedini'l-Muhtâr (a.s.m.) efendimize, Onun pâk âline ve nur saçan hidâyet yıldızları ashâbına gece-gündüz devam ettiği müddetçe salât ve selâm olsun.

حَفَظْتَ شَيْئًا وَ غَابَتْ عَنْكَ اَشْيَٓاءُ

Bir şeyi muhafaza ettin, ezberledin ama, bir çok şey senden kayboldu.

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

Allah'ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.

لَا حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ

Ademden çıkıp vücûda gelmek ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْبَقَٓاءِ

Zevale gitmeyip bekada kalmak ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ

Mazarratı def' ve menfaati celp ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ

Musibetten uzak olup matluba nail olmak ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ الْمَعَاص۪ى وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ

Measiye düşmemek, ibadete devam etmek ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ

Azaba maruz kalmamak nimete mazhar olmak ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

لَا حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النُّورِ

Zulmete düşmemek, nuriyle tenevvür etmek ancak Allah'ın havl ve kuvvetiyle olabilir.

Zeyl-üz Zeyl

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

Zühre

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ى ضَلَالٍ

Kâfirlerin duası ancak boşa gider. (Ra'd 14)

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır. (Bakara 156)

هَدٰينَا اللّٰهُ وَ اِيَّاكُمْ اِلَى الصِّرَاطِ الْمُسْتَق۪يمِ

Allah bizi de, sizi de sırat-ı müstakime eriştirsin.

{{{1}}}

Her gelecek şey yakındır. (İbn-i Mâce, Mukaddime:7; Dârimî, Mukaddime 23)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ اٰخِرُ الْكَلَامِ فِى الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ الْكَلَامِ فِى الْاٰخِرَةِ وَ فِى الْقَبْرِ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

Senden başka ilâh yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, âhirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (a.s.m.) Allah'ın Resulüdür.

اِنَّ لِلّٰهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَ لَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ

Allah kulunu tecrübe eder. Fakat kul Rabbini tecrübe edemez.

Maverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn s. 12; Ma'mer b. Râşid, el-Câmi' 11:113; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ 4:12; İbnü'l-Cevzî, Telbîsü İblîs 1:344; İbni Hacer, el-İsâbe 4:764

وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ

Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir. (Nûr 54)

اِنَّكَ لَا تَهْد۪ى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ى مَنْ يَشَٓاءُ

Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. (Kasas 56)

طُوبٰى لِمَنْ عَرَفَ حَدَّهُ وَلَمْ يَتَجَاوَزْ طَوْرَهُ

Haddini bilen ve haddini tecaavüz etmeyen kimseye ne mutlu.

Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr 3:338; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr 5:71; Beyhâkî, es-Sünenü'l-Kübrâ 4:182

هَلَكَ النَّاسُ اِلَّا الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلَّا الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلَّا الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظ۪يمٍ

İnsanlar helâk oldu -âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu -ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu -ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. (bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ 2:415; Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn 3:414,4:179, 362)

وَ مَا اَنَا بِالْبَاغ۪ى عَلَى الْحُبِّ رِشْوَةً ضَع۪يفٌ هَوًى يُبْغٰى عَلَيْهِ ثَوَابٌ

Ben muhabbet üzerine bir rüşvet istemiyorum. Bir karşılık beklenen muhabbet zayıftır. bk. İbni Kays, Kura'd-Dayf 1:95, 207; ez-Zehebî, Târihu'l-İslâm 103.

وَلَا تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ

Üzerine Allah'ın adı zikredilmeyen şeylerden yemeyin! (En'âm 121)

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ ٭ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa karşılığını görür. Kim zerre kadar bir kötülük işlerse o da onun karşılığını görür. (Zilzal 7-8)

فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ

Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk 3)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin. (Bakara 32)

Zerre

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

تَعَارَضَا تَسَاقَطَا

Birbirine zıt olarak, birbirini düşürerek

اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ

Muhakkak ki, şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokman 13)

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ جَهُولٌ

Gerçekten insan çok zâlim ve çok câhildir. (Ahzab 72'den iktibas)

يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ

Allah dilediğini yapar. (İbrahim 27)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. (Bakara 255)

وَ اللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌ

Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. (Burûc 20)

وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ 44)

Şemme

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ عَلٰى رَحْمَتِه۪ عَلَى الْعَالَم۪ينَ بِرِسَالَةِ سَيِّدِ الْمُرْسَل۪ينَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ٓ اَجْمَع۪ينَ

Peygamberlerin Efendisi Muhammed'in risaletini âlemlere rahmet kılan Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Allah, Ona ve bütün âl ve ashabına rahmet etsin.

لَا رَبَّ اِلَّا هُو

Ondan başka rab yoktur

لَا مَالِكَ اِلَّا هُو

Ondan başka malik (sahip) yoktur

لَا مُتَصَرِّفَ فِى الْحَقٖيقَةِ اِلَّا هُو

Hakikatta Ondan başka tasarrufta bulunan yoktur

لَا نَاظِمَ اِلَّا هُو

Ondan başka nizam koyucu yoktur

وَ لَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَ الْاَرْضُ

Eğer hak onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler ve yer fesâda uğrardı. (Mü'minûn 71)

نَافِذُ الْخَفَايَا عَالِمٌ بِالْاَسْرَارِ

Gizliliklere nüfuz eden, sırları bilen.

وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ

Göklerin ve yerin yaratılışı; dillerinizin ve renklerinizin, (seslerinizin ve simalarınızın) farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. (Rum 22)

اِنَّ ف۪ى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ

Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde... (Bakara 164)

وَ جَعَلْنَا الْجِبَالَ اَوْتَادًا

Dağları birer kazık yaptık. (Nebe 7)

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ

İçlerinden söze başlayan biri, 'Bu halde ne kadar kaldınız?' diye sordu. 'Bir gün, yahut daha da az' kaldık dediler. (Kehf 19)

اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

Lâkin Rabbinin katında bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir. (Hac 47)

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا

Günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems 9)

مَنْ

Kim, kimse.

قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا

Nefsini günaha daldıran da hüsrâna düşmüştür. (Şems 10)

عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ مَادَامَتِ الْاَرْضُ وَ السَّمٰوَاتُ

Yer ve gökler devam ettikçe salâvatın en üstünü Onun üzerine olsun.

اِلٰه۪ى اَلذُّنُوبُ اَخْرَسَتْن۪ي

Günahlar dilimi tuttu

وَ كَثْرَةُ الْمَعَاص۪ٓى اَخْجَلَتْن۪ى

Emrine itaatsizliğim utancımdan ne diyeceğimi bilemez hâle getirdi

وَ شِدَّةُ الْغَفْلَةِ اَخْفَتَتْ صَوْت۪ى

Şiddetli gaflet sesimi kıstı

فَاَدُقُّ بَابَ رَحْمَتِكَ

Rahmet kapını çalıyor ve

وَ اُنَاد۪ى ف۪ى بَابِ مَغْفِرَتِكَ بِصَوْتِ سَيِّد۪ى وَ سَنَدِى الشَّيْخِ عَبْدِ الْقَادِرِ الْگَيْلَان۪ى وَ نِدَٓائِهِ الْمَقْبُولِ الْمَاْنُوسِ عِنْدَ الْبَوَّابِ

efendim, dayanağım olan Şeyh Abdülkadir Geylânî'nin sence makbul ve kapıcın yanında tanınan sesiyle mağfiret kapında durarak şöyle sesleniyorum:

بِيَا مَنْ وَسِعَتْ رَحْمَتُهُ كُلَّ شَيْءٍ

"Ey rahmeti her şeyi kaplayan!

وَ يَا مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyin iç yüzü ve hükümranlığı elinde olan!

وَ يَا مَنْ لَا يَضُرُّهُ شَيْءٌ

Kendisine hiçbir şey zarar vermeyen

وَ لَا يَنْفَعُهُ شَيْءٌ

Kendisine hiçbir şey fayda sağlamayan

وَ لَايَغْلِبُهُ شَيْءٌ

Kendisini hiçbir şey mağlûp edemeyen

وَ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ شَيْءٌ

Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan

وَ لَا يَؤُدُهُ شَيْءٌ

Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen

وَ لَا يَسْتَع۪ينُ بِشَيْءٍ

Hiçbir şeyden yardım beklemeyen

وَ لَا يُشْغِلُهُ شَيْءٌ عَنْ شَيْءٍ

Hiçbir şey kendisini başka bir şeyle meşgul olmaktan alıkoymayan

وَ لَا يُشْبِهُهُ شَيْءٌ

Hiçbir şey kendisine benzemeyen

وَ لَا يُعْجِزُهُ شَيْءٌ

Hiçbir şey kendisini âciz bırakamayan Allah'ım

اِغْفِرْل۪ى كُلَّ شَيْءٍ حَتّٰى لَا تَسْئَلَن۪ى مِنْ شَيْءٍ

Benim her şeyimi bağışla. Öyle ki, beni hesaba çekeceğin hiçbir şey kalmasın.

يَا مَنْ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَةِ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyin dizgini elinde,

وَ بِيَدِه۪ مَقَال۪يدُ كُلِّ شَيْءٍ

Her şeyin anahtarı yanında olan,

وَ يَا مَنْ هُوَ الْاَوَّلُ قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ

Ey hiçbir şey yokken var olan

وَالْاٰخِرُ بَعْدَ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyden sonra da varlığı devam eden

وَ الظَّاهِرُ فَوْقَ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyin üstünde varlığı zahir olan

وَ الْبَاطِنُ دُونَ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyden başka ve Bâtın olan

وَ الْقَاهِرُ فَوْقَ كُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyi emri altında bulunduran Allah'ım!

اِغْفِرْل۪ى كُلَّ شَيْءٍ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Benim bütün günahlarımı bağışla. şüphesiz senin her şeye gücün yeter.

وَ يَا عَل۪يمًا بِكُلِّ شَيْءٍ

Ey her şeyi bilen

وَ مُح۪يطًا بِكُلِّ شَيْءٍ

Her şeyi kuşatan

وَ بَص۪يرًا بِكُلِّ شَيْءٍ

Her şeyi gören

وَ يَا شَه۪يدًا عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ

Her şeye şahit olan

وَ رَق۪يبًا عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ

Her şeyi gözetip kontrol eden

وَ لَط۪يفًا بِكُلِّ شَيْءٍ

Her şeye lütufta bulunan

وَ خَب۪يرًا بِكُلِّ شَيْءٍ

her şeyden haberdar olan Allah'ım!

اِغْفِرْل۪ى كُلَّ شَيْءٍ مِنَ الذُّنُوبِ وَ الْخَط۪ٓيئَاتِ حَتّٰى لَا تَسْئَلَن۪ى عَنْ شَيْءٍ

Bütün günah ve hatalarımı bağışla! Öyle ki, beni hesaba çekeceğin hiçbir şey kalmasın.

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.

اَللّٰهُمَّ اِنّ۪ٓى اَعُوذُ بِعِزَّةِ جَلَالِكَ وَ بِجَلَالِ عِزَّتِكَ وَ بِقُدْرَةِ سُلْطَانِكَ وَ بِسُلْطَانِ قُدْرَتِكَ مِنَ الْقَط۪يعَةِ وَ الْاَهْوَٓاءِ الرَّدِّيَّةِ

Allah'ım! Senden ayrı yaşamaktan ve bayağı arzularımdan, senin celâlinin izzetine, izzetinin celâline, saltanatının kudretine, kudretinin saltanatına sığınırım.

يَا جَارَ الْمُسْتَج۪ير۪ينَ

Ey dergâhına sığınanları koruyan Allah'ım!

اَجِرْن۪ى مِنَ الشَّهَوَاتِ الشَّيْطَانِيَّةِ

Beni şeytanî arzulardan koru

وَطَهِّرْن۪ى مِنَ الْقَاذُورَاتِ الْبَشَرِيَّةِ

Beşerî kirlerden temizle

وَ صَفِّن۪ى بِحُبِّ نَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ بِالْمُحَبَّةِ الصِّدّ۪يقِيَّةِ

Peygamberin olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) candan sevgisini nasip ederek

مِنْ صَدَٓاءِ الْغَفْلَةِ

Gaflet pasından

وَ اَوْهَامِ الْجَهْلِ

Cehaletten gelen evhamlardan uzaklaştır.

حَتّٰى تَفْنَى الْاَنَانِيَّةُ

Öyle ki, benlik ve enaniyet tamamen yok olup

وَ يَبْقَى الْكُلُّ لِلّٰهِ وَ بِاللّٰهِ وَ اِلَى اللّٰهِ وَ مِنَ اللّٰهِ

Her şeyim Allah tarafından olsun.

غَرْقًا بِنِعْمَةِ اللّٰهِ ف۪ى بَحْرِ مِنَّةِ اللّٰهِ

Böylece Allah'ın nimeti sayesinde ihsan deryasına dalsın

مَنْصُور۪ينَ بِسَيْفِ اللّٰهِ

Allah'ın kılıçlarıyla yardıma mazhar olsun,

مَحْظُوظ۪ينَ بِعِنَايَةِ اللّٰهِ

Allah'ın inayetiyle memnun olsun,

مَحْفُوظ۪ينَ بِحِمَايَةِ اللّٰهِ عَنْ كُلِّ شَاغِلٍ يُشْغِلُ عَنِ اللّٰهِ

Allah'tan alıkoyan her şeyden Allah'ın himayesiyle korunmuş olsun.

فَيَا نُورَ الْاَنْوَارِ

Ey nurların nuru,

وَ يَا عَالِمَ الْاَسْرَارِ

Ey sırları bilen,

وَ يَا مُدَبِّرَ الَّيْلِ وَ النَّهَارِ

Ey gece ve gündüzü döndüren,

يَا مَلِكُ

Ey her şeyi elinde bulunduran Melik,

يَا عَز۪يزُ

Ey izzet sahibi Aziz,

يَا قَهَّارُ

Ey düşmanlarına galip gelen Kahhar,

يَا رَح۪يمُ

Ey sonsuz merhamet sahibi Rahîm,

يَا وَدُودُ

Ey sonsuz şefkat sahibi Vedûd,

يَا غَفَّارُ

Ey günahları affeden Gaffar,

يَا عَلَّامَ الْغُيُوبِ

Ey gaypları çok iyi bilen,

يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ وَ الْاَبْصَارِ

Kalp ve gözleri hâlden hâle çeviren,

يَا سَتَّارَ الْعُيُوبِ

Ey kusurları örten,

يَا غَفَّارَ الذُّنُوبِ

Ey günahları bağışlayan!

اِغْفِرْل۪ى ذُنُوب۪ى

Allahım! Günahlarımı bağışla!

وَارْحَمْ مَنْ ضَاقَتْ عَلَيْهِ الْاَسْبَابُ

Sebeblerin tazyikatına maruz

وَ غُلِّقَتْ دُونَهُ الْاَبْوَابُ

Bütün kapılar yüzüne kapanmış ve

وَ تَعَسَّرَ عَلَيْهِ سُلُوكُ طَر۪يقِ اَهْلِ الصَّوَابِ

Sırat-ı müstakimde gidenleri takip etmek, onların izinde yürümek ona zorlaşmış ve

ﻭَ ﺍﻧْﺼَﺮَﻣَﺖْ اَيَّامُهُ وَ نَفْسُهُ رَاتِعَةٌ ف۪ى مَيَاد۪ينِ الْغَفْلَةِ وَ الْمَعْصِيَّةِ وَ دَنِىِّ الْاِكْتِسَابِ

Bir kazanç elde edemeden ömrünü ve nefsini gaflet ve günah meydanlarında telef etmiş, harcamış olan kuluna merhamet et!

فَيَا مَنْ اِذَا دُعِىَ اَجَابَ

Ey dua edildiğinde cevap veren,

وَ يَا سَر۪يعَ الْحِسَابِ

Ey hesapları sür'atle gören,

وَ يَا كَر۪يمُ

Ey Kerîm

يَا وَهَّابُ

Ey Vehhab!

اِرْحَمْ مَنْ عَظُمَ مَرَضُهُ

Hastalığı büyük,

وَ عَزَّ شِفَٓائُهُ

Şifası zor,

وَ ضَعُفَتْ ح۪يلَتُهُ

Çaresi zayıf ve

وَ قَوِىَ بَلَٓائُهُ

Belâsı kuvvetli olan ve

وَ اَنْتَ مَلْجَئُهُ وَ رَجَٓائُهُ

Senden başka melce' ve ümidi bulunmayan kuluna merhamet et!

اِلٰه۪ى اِلَيْكَ اَرْفَعُ بَثّ۪ى وَ حُزْن۪ى وَ شِكَايَت۪ى

Allah'ım, kederimi, üzüntümü ve şikâyetimi sadece sana arz ediyorum.

اِلٰه۪ى حُجَّت۪ى حَاجَت۪ى

Allah'ım, tek delilim muhtaç oluşum,

وَ عُدَّت۪ى فَاقَت۪ى

Hazırlığım elimin boş olması ve

وَ انْقِطَاعُ ح۪يلَت۪ى

Çaremin tükenmişliğidir.

اِلٰه۪ى قَطْرَةٌ مِنْ بِحَارِ جُودِكَ تُغْن۪ين۪ى

Allah'ım, senin cömertlik deryalarından bir damla benim bütün ihtiyaçlarımı karşılar,

وَ ذَرَّةٌ مِنْ تَيَّارِ عَفْوِكَ تَكْف۪ين۪ى

Senin af dalgalarından bir zerre bana yeter.

يَا وَدُودُ يَا وَدُودُ يَا وَدُودُ

Ey yarattıklarına karşı çok şefkatli olan Vedûd, ey yarattıklarını çok seven Vedûd

يَا ذَا الْعَرْشِ الْمَج۪يدُ

Ey yüce Arşın Sahibi

يَا مُبْدِئُ

Ey mahlûkatı yoktan yaratan ve

يَا مُع۪يدُ

Onları öldükten sonra yeniden dirilten,

يَا فَعَّالًا لِمَا يُر۪يدُ

Ey dilediğini yapan!

اَسْئَلُكَ بِنُورِ وَجْهِكَ الَّذ۪ى مَـَلأَ اَرْكَانَ عَرْشِكَ

Arşının rükünlerini dolduran zatının nuru hürmetine,

وَ اَسْئَلُكَ بِقُدْرَتِكَ الَّت۪ى قَدَرْتَ بِهَا عَلٰى جَمِيعِ خَلْقِكَ

Bütün yarattıklarına galip geldiğin kudretin ve

وَ بِرَحْمَتِكَ الَّت۪ى وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ

Her şeyi kuşatan rahmetin hakkı için istiyorum

لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ

Senden başka ilâh yok

يَا مُغ۪يثُ

Ey kulların imdadına koşan Allah'ım!

اَغِثْنَا

Bize imdat et.

وَاغْفِرْ جَم۪يعَ ذُنُوب۪ى وَ سَقَطَاتِ لِسَان۪ى ف۪ى جَم۪يعِ عُمْر۪ى

Ömrüm boyunca işlediğim bütün günahlarımı ve dilimin sürçmelerini bağışla.

بِرَحْمَتِكَ يَٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ

Bunu rahmetinle yap ey merhamet edenlerin en merhametlisi.

اٰم۪ينَ

Duamızı kabul eyle.

وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

Onuncu Risale

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ

Şeytanlar için o yıldızları birer mermi yaptık. (Mülk 5)

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ

Yani, "Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semâvat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultan ile çıkarsınız." (Rahmân 33)

فَلَا تُزَكُّوٓا اَنْفُسَكُمْ

Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm 32)

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ

Allah'ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuştur. (Haşir 19)

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ

Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir. (Nisâ 79) كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ}}

Onun zatından başka herşey helâk olup gidicidir. (Kasas 88)

مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ

Nefsinin arzusunu kendine mâbud edinen kimse. (Furkan 43)

مَنْ

Kim, kimse.

لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ

Mülk umumen Onundur; hamd de Ona mahsustur.

خَلَقَ لَنَا مَا فِى الْاَرْضِ جَم۪يعًا

Yerdeki herşeyi bizim için yarattı. (Bakara 29'dan iktibas)

وَمَٓا اَمْرُنَٓا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ

Bizim birşeyi yapmamız, gözün bir bakışı gibi kolay ve sür'atli tek bir emirledir. (Kamer 50)

اِنَّمَا الْاَشْيَٓاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا

Eşyânın hakikati, ancak zıtlarıyla bilinir.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ

En doğrusunu Allah bilir.

كُلِّىٌّ ذُو جُزْئِيَّاتٍ

Fertleri içinde barındıran küllî; bireyler sahibi tür. Küllî, cüzîlerden, fertlerden oluşur.

كُلٌّ ذُو اَجْزَٓاءٍ

Cüz'leri içinde barındıran küll. Küll, cüzlerden, parçalardan oluşur.

تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ

Altlarından ırmaklar akar. (Bakara 25)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ

Ay için de menziller takdir ettik. (Yâsin 39)

لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَ

Yılları ve hesabı bilesiniz diye. (Yûnus 5)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır. (Enfâl 40)

فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah ile Allah'ın azabını unutturup, sadece affına güvendirerek sizi aldatmasın. (Lokman 33)

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ٭ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ ٭ لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

Bilin ki, Allah'ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. "Onlar îmân eden ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan takvâ ehlidir.

{{Arabi|"Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik olmaz. En büyük ödül işte budur. (Yûnus 62-64)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَ التّ۪ينِ وَ الزَّيْتُونِ ٭ وَ طُورِ س۪ين۪ينَ

Yemin olsun incire ve zeytine. Ve Sînâ Dağına. (Tîn 1-2)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِ

Ey insanlar, hepiniz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve her türlü övgüye lâyıktır. (Fâtır 15)

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ى نَع۪يمٍ ٭ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ى جَح۪يمٍ

İhlâs ile kulluk edenler, nimetle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir. (İnfitar 12-13)

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ

Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût 64)

اُدْعُون۪ٓى اَسْتَجِبْ لَكُمْ

Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü'min 60)

اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ

Hepinizin dönüşü Onadır. (En'âm 60; Yûnus 4)

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Hepiniz Ona döndürüleceksiniz. (Bakara 245)

وَ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

Herkesin dönüşü sadece Onun huzurunadır. (Mâide 18)

وَ اِلَيْهِ مَاٰبِ

Dönüş sadece Onadır. (Ra'd 36)

اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْد۪ى ب۪ى

Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim. (Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr, 2, 19; Tirmizî, Zühd: 51, Daavât: 131; İbni Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned 251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539 210, 277, 491 106)

اِنَّمَٓا اُوت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ

Bu servet, ancak bilgim sayesinde bana verilmiştir. (Kasas 78

{{Arabi|وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ 44)
وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا

Güneşi de bir kandil yaptı. (Nuh 16)

Mu'cize-i Kübradan Ondördüncü Reşha

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ

And olsun ki düşünülmesi, anlaşılması ve ezberlenmesi için Biz Kur'ân'ı kolaylaştırdık. (Kamer 32)

وَجَعَلْنَا الشَّمْسَ سِرَاجًا

Güneşi de bir lamba yaptık. (Nuh 16)

يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ى

Ey yer, suyunu yut! Ey gök, suyunu kes! (Hûd 44)

اِئْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا

Ey yeryüzü ve gökyüzü! İsteseniz de, istemeseniz de, ikiniz birden emrime uyun. (Fussilet 11)

Şu'le

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّه۪ وَ هُوَ سَاجِدٌ

Kulun Rabbine en yakın olduğu an, onun secde halidir. (el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr 68, hadis no:1348; el-Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ 110)

Şu'le'nin Zeyli

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

Nokta

مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللّٰهِ جَلَّ جَلَالُهُ

Marifetullahın (c.c.) nurundan (bir nokta).

خُذْ مَا صَفَا

Sana safa vereni al

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِه۪ وَ كُتُبِه۪ وَ رُسُلِه۪ وَِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولَُ اللّٰهِ

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâdan geldiğine iman ettim. Ölümden sonra diriliş haktır. Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik ederim. Muhammed'in, Allah'ın resulü olduğuna da şahitlik ederim.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى مُحَمَّدٍ خَاتَمِ النَّبِيّ۪ينَ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ٓ اَجْمَع۪ينَ

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Peygamberlerin hâtemi olan Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm olsun.

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ

Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayydır, O Kayyûmdur. (Bakara 255)

وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Hiçbirşey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلَٓائِقِ

Allah'a giden yollar, mahlukâtın nefesleri sayısıncadır.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا ٭ مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَٓائِلُ

Sahife-i âlemin eb'âd-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelînin yazdığı silsile-i hâdisâtın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Ta ki mele-i âlâdan uzanan şu selâsil-i resâil, seni âlâ-yı illiyyîn-i tevhide çıkarsın."

سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksın. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen Azîzsin, Senin kudretin herşeye galiptir; Hakîmsin, Senin her işin hikmet iledir.

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman 28)

قُلِ اللّٰهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ى خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

(Resûlüm) Sen 'Allah' de, sonra bırak onları saplandıkları batakta oynayadursunlar. (En'âm 91)

فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ

Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk 3)

اَوَلَا يَعْلَمُونَ

Onlar bilmiyorlar mı ki? (Bakara 77)

اَفَلَا يَعْقِلُونَ

Hiç akletmiyorlar mı? (Yâsin 68)

اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ

Hiç düşünmez misiniz? (Yûnus 3)

فَاعْتَبِرُوا

İbret alınız. (Haşir 2)

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى لِشِدَّةِ ظُهُورِه۪ سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّه۪ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِه۪

Onun benzeri hiçbirşey yoktur. Münezzehtir o Zât ki, şiddet-i zuhurundan ihtifâ etmiştir. Münezzehtir o Zât ki, zıddı ve rakibi olmadığı için istitar etmiştir. Münezzehtir o Zât ki, esbabı izzetine perde yapmıştır.

لَا مُؤَثِّرَ فِى الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ

Mükevvenatta Allah'tan başka müessir yoktur.

اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا وَ اَيْنَ الضِّيَاءُ السَّاطِعُ مِنَ الظُّلْمَةِ الطَّامِسَةِ

Serâ (yer) nerede, Süreyyâ (gök) nerede? Yani; aralarında yerle gök arası kadar fark vardır. Herşeyi gösteren ışık nerede, herşeyi örtüp saklayan zulmet nerede?

آنْ خَيَالَاتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ ٭ عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ

Evliyaya tuzak olan hayaller, ilâhî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir, yansımalarıdır.

تَفَكَّرُوا ف۪ٓى اٰلَٓاءِ اللّٰهِ وَ لَا تَفَكَّرُوا ف۪ى ذَاتِه۪ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا

Allah'ın nimetlerini tefekkür edin; Onun zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yetiremezsiniz. (El-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr 262-263)

حَق۪يقَةُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ ٭ هُوَ الَّذ۪ٓى اَبْدَعَ الْاَشْيَاءَ وَ اَنْشَاَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ

İnsan, kendi hakikatini dahi idrak etmekten âciz iken, herşeyden önce var olan ve herşeyi ceberutiyet-i mutlaka ile hükmü altında tutan Zâtı nasıl idrak edebilir? O Cebbâr-ı Zîkıdem ki, herşeyi ilk olarak yoktan yaratmış ve inşa etmiştir; sonradan var olup can bulanlar Onu nasıl idrak etsin? (İmam-ı Ali'ye (r.a.) ait olduğu rivayet edilmektedir. bk. Dîvân u İmamı Ali, Beyrut)

Münderecat Hakkında

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. (Bakara 107)

Fihrist

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır. (İbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm 24)

فَانْظُرْ اِلٰى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir. (Rum 50)

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını şehadet ederim.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظ۪يمِ

Havl ve kuvvet, ancak herşeyden yüce ve nihayetsiz azamet sahibi olan Allah' a aittir. (Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî: 38; Müslim, Zikr: 44-46)

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ

Göklerin ve yerin yaratılışı; dillerinizin ve renklerinizin, (seslerinizin ve simalarınızın) farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. (Rum 22)

وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ

Şeytanlar için o yıldızları birer mermi yaptık. (Mülk 5)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ

Ay için de menziller takdir ettik. (Yâsin 39)

لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَ

Yılları ve hesabı bilesiniz diye. (Yûnus 5)

اُنْظُرْ اِلٰى مَنْ قَالَ

Kimin söylediğine bak

اُنْظُرْ اِلٰى مَنْ قَالَ وَ لِمَنْ قَالَ وَ لِمَا قَالَ وَ فٖيمَا قَالَ

Kimin söylediğine, kime söylediğine, niçin söylediğine ve hangi makamda söylediğine bak

اَللّٰهُمَّ اخْتِمْ لَنَا بِالسَّعَادَةِ وَالشَّهَادَةِ وَالْكَرَامَةِ وَالْبُشْرٰى اٰم۪ينَ اٰم۪ينَ اٰم۪ينَ

Allah'ım bu dünyadan saadetle, şehadetle, kerim olarak, müjdelerle ayrılmayı nasip eyle. Amin, Amin, Amin.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin. (Bakara 32)

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme. (Bakara 286)

رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا بِاَحْسَنِ قَبُولٍ هٰذِهِ الْفِهْرِسْتَةَ النَّاقِصَةَ بِحُرْمَةِ سَيِّدِ الْمُرْسَلٖينَ وَ اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ اٰمٖينَ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

Rabbimiz, Elçilerin Efendisi'nin, ailesinin ve ashabının hepsinin hürmetine bu eksik fihristi en güzel kabulle bizden kabul et. Amin ve hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.





















.