Risale:Emirdağ Lahikası 2 (Ayet-Hadis Mealleri)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Emirdağ Lâhikası-II

Emirdağ Lâhikası Bediüzzaman Hazretleri tekrar Emirdağı'nda bulunduğu 1950-1960 yıllarında gerek kendisi gerek talebelerin yazdığı mektuplardır.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; üzerinize olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

سِرًّ تنَوَّرَتْ

Gizliden gizliye tenevvür eder, nurlanır.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

عَلَيْكُمْ بِد۪ينِ الْعَجَائِزِ

Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi olunuz. (Süyûti, Ed-Dürerü'l-Müntesire, 115; İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Din 75)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ

Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Allah'a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ

Etraflarında ebediyen yaşlanmayacak çocuklar dolaşır. (Vâkıa 17)

وِلْدَانٌ

Çocuklar. "Vacip olmadığı halde, nafile nevinden yedi yaşından hadd-i bülûğa kadar büyükler gibi namaz kılıp oruç tutan çocuklar, mütedeyyin büyükler gibi büyük mükâfatı görmek için otuz üç yaşında olacaklar"

اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ

Güzel sözler Ona yükselir. (Fâtır 10)

لَا مَوْجُودَ اِلَّا هُوَ

Allah'dan başka hiçbir varlık yoktur.

لَا مَشْهُودَ اِلَّا هُوَ

Allah'dan başka görünen hiçbir şey yoktur.

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır. (İbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm 24)

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır. (İbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm 24)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا

Allah'ın dinine ve Kur'ân'a hep birlikte sımsıkı sarılın. (Âl-i İmrân 103)

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurât 10)

وَ لَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلوُا وَ تَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ

Birbirinizle çekişmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider. (Enfâl 46)

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِٓ اَبَدًا دَٓائِمًا

Bütün hamdler ve övgüler sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah'ın salât ve selâmı ebediyen ve daima Efendimiz Muhammed'in (a.s.m.) ve âl ve ashâbının üzerine olsun.

اقول لما كان القرآن جامعا لاشتات العلوم وخطبة لعامة الطبقات فى كل الاعصار لا يتحصل له تفسير لائق من فهم الفرد الذى قلما يخلص من التعصب لمسلكه ومشربه. اذ فهمه يخصه ليس له دعوة الغير اليه الا ان يعديه قبول الجمهور. واستنباطه ‌ـ﴿لا بالتشهي‌ـ﴾ له العمل لنفسه فقط ولايكون حجة على الغير الا ان يصدقه نوع اجماع . فكما لا بد لتنظيم الاحكام واطرادها ورفع الفوضى الناشئة من حرية الفكر مع اهمال الاجماع وجود هيئة عالية من العلماء المحققين الذين - بمظهريتهم لامنية العموم و اعتماد الجمهور - يتقلدون كفالة ضمنية للامة فيصيرون مظهر سر حجية الاجماع الذى لاتصير نتيجة الاجتهاد شرعًا ودستورًا الا بتصديقه وسكته ، كذلك لا بد لكشف معانى القرآن وجمع المحاسن المتفرقة فى التفاسير وتثبيت حقائقه المتجلية بكشف الفن و تمخيض الزمان من انتهاض هيئة عالية من العلماء المتخصصين المختلفين فى وجوه الاختصاص ولهم مع دقة نظر وسعةُ فكر لتفسيره نتيجة المرام : انه لا بد ان يكون مفسر القرآن ذا دهاء عال و اجتهاد نافذ وولاية كاملة . وما هو الآن الا الشخص المعنوى المتولد من امتزاج الارواح وتساندها وتلاحق الافكار وتعاونها وتظافر القلوب واخلاصها وصميميتها من بين تلك الهيئة. فبسر ‌ـ﴿للكل حكم ليس لكل‌ـ﴾ كثيرا ما يرى آثار الاجتهاد وخاصة الولاية ونوره وضيائها من جماعة خلت منها افرادها. ثم انى بينما كنت
منتظرا ومتوجها لهذا المقصد بتظاهر هيئة كذلك وقد كان هذا غاية خيالى من زمان مديد- اذ سنح لقلبى من قبيل الحس قبل الوقوع تقرب‌ـ﴿١‌ـ﴾ زلزلة عظيمة ، فشرعت - مع عجزى وقصورى والاغلاق فى كلامى- فى تقييد ما سنح لى من اشارات اعجاز القرآن فى نظمه وبيان بعض حقائقه ، ولم يتيسر لى مراجعة التفاسير فان وافقها فبها ونعمت والّا فالعهدة عليّ. فوقعت هذه الطامة الكبري- ففى اثناء اداء فريضة الجهاد كلما انتهزت فرصة فى خط الحرب قيدت ما لاح لى فى الاودية والجبال بعبارات متفاوتة باختلاف الحالات. فمع احتياجها الى التصحيح والاصلاح لايرضى قلبى بتغييرها وتبديلها اذاظهرت فى حالة من خلوص النية لا توجد الآن. فاعرضها لانظار اهل الكمال لا لانه تفسير للتنزيل بل ليصير- لو ظفر بالقبول- نوع مأخذ لبعض وجوه التفسير. وقد ساقنى شوقى الى ما هو فوق طوقى فان استحسنوه شجعونى على الدوام. و من اللّه التوفيق
سعيد النورسى
١ وقد اخبرنا مرارًا فى اثناء الدرس وقوع زلزلة عظيمة ‌ـ﴿بمعنى الحرب العمومية‌ـ﴾ فوقعت كما اخبر
حمزه، محمد شفيق، محمد مهرى

Kısa bir tercümesidir

Şimdi bundan kırkbir sene evvel ve eski harb-i umumînin az evvelinde başlamış olduğu İşarat-ül İ'caz'ın ifadet-ül meramında diyor ki:

Madem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ulûm-u hakikiyenin enva'ına câmi' ve umum asırlarda umum tabakat-ı beşeriyeye müteveccih bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette bir tek ferdin fehmi, ona lâyık ve mükemmel bir tefsir yapamaz ve mümkün olmuyor. Çünki bir ferd pek nâdir olarak kendi hususî meslek ve meşrebinin tesirinden kendi fikrini kurtarabilir. Onun hususî meşrebi tesir ettikçe, tam tamına hakikatı safî olarak ifade edemez. Ferdin fehmi ve manası ona hastır. O ferd, onu kabul eder. Fakat başkalarını ona davet edemez. Eğer cumhur-u ülema onun fehmini kabul ile başkalara şümulünü gösterse, o vakit başkasını o manaya davet edebilir ve hakikî tam tefsir olabilir. Hem ferdin ahkâmda istinbatı ve içtihadında (hevesi karışmamak şartıyla) o kendi nefsi için amel edebilir, fakat başkalarına hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icma' o hükmü tasdik etsin.

Nasılki ahkâm-ı şer'iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neş'et eden manevî anarşiliği kaldırmak için gayet lâzımdır ki; ülema-i muhakkikînden bir heyet-i âliye bulunsun ki, o heyet umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ülemanın onlara itimadıyla ümmet için bir nevi zımnî kefalet ve dava vekili hükmünde olmaları cihetinde icma'-ı ümmet hüccetinin sırrına mazhar oluyorlar. O vakit içtihadın neticesi o icma' ile şer'an düstur olabilir. Ve icma'ın tasdik ve sikkesiyle umuma şamil oluyor. Aynen onun gibi lâzımdır:

Kur'anın manalarının keşfi ve tefsirlerde ayrı ayrı mehasininin cem'i, hem zamanın çalkamasıyla ve fenlerin keşfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur'an'ın hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki: Muhakkikîn-i ülemadan herbiri bir fende mütehassıs, geniş fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteşekkil bir heyet bu vazifeye sahib çıksın.

Elhasıl: Kur'anı tefsir edene lâzım gelir ki; gayet âlî bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât, ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki; o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in'ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer.

Evet "mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz" düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hassaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa, o hassa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hassasını veriyor.

İşte bu hakikate binaen böyle bir maksad için bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima bekliyordum. O ümid, küçüklüğümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kabl-el vuku' kabilinden kalbime bir sünuhat oldu ki: Maddî ve manevî iki zelzele-i azîme yaklaşıyordu. Ben de acz ve kusurumla, sözlerimdeki izahsızlık ve muğlaklık ile beraber Kur'anın nazmındaki i'cazın işaratını ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtın bazı imanî hakikatlerini yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim. Halbuki harbde acib bir vaziyette olduğumdan, tefsirlere müracaat etmek kabil olmadı. Kur'andan başka merci' yoktu. Ben de yazdım. Yazdıklarım tefsirlere muvafık geldiyse, güzel bir nimet ve bir muvaffakıyet.. yoksa mes'uliyet benim bîçare fehmime aittir.

Aynı zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr heyetin yuvalarını tahrib eden manevî zelzele-i azîme meydana çıktı ki, öyle bir heyet-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapılar kapandı. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumî'de fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû' eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acib ayrı ayrı haletlerin tesiriyle çeşit çeşit olmasından tashih ve ıslah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil ve tağyirine razı olmadı. Çünki her dakika şehid olmaya hazırlandığımız için bir niyet-i hâlise ile yazılmış ki; o halet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazılarımı Tenzil'e bir tefsir olarak değil, belki tefsirin bazı vücuhuna bir nevi me'haz olarak ehl-i kemal olan ülema-i muhakkikînin enzarına arzediyorum. Hakikaten benim şevkim, benim tâkatimin pek fevkinde bir noktaya sevketti. Eğer ehl-i tahkik istihsan etseler, beni devama ve ileri gitmeye teşci' ve tergib ederler.

Said Nursî

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلرَّحْمٰنُ ٭ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ٭ خَلَقَ الْاِنْسَانَ ٭ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
فَنَحْمَدُهُ مصلّيا على نبيه محمّد الّذى ارسله رحمة للعالمين و جعل معجزته الكبرى - الجامعة برموزها و اشاراتها لحقائق الكائنات - باقية على مر الدهور الى يوم الدين و على آله عامة و اصحابه كافة
أما بعد فاعلم اولًا: ان مقصدنا من هذه الاشارات تفسير جملة من رموز نظم القرآن. لأن الإعجاز يتجلى من نظمه. وما الإعجاز الزاهر الّا نقش النظم
و ثانيًا: ان المقاصد الأساسية من القرآن و عناصره الأصلية اربعة: التوحيد و النبوة و الحشر و العدالة. لأنه لما كان بنو آدم كركب و قافلة متسلسلة راحلة من اودية الماضى و بلاده، سافرة فى صحراء الوجود و الحياة، ذاهبة الى شواهق الاستقبال، متوجهة الى جنّاته فتهتزّ بهم المناسبات و تتوجه اليهم الكائنات. كأنه ارسلت حكومة الخلقة فن الحكمة مستنطقا و سائلا منهم بـ‌ـ﴿يا بنى آدم! من أين؟ الى أين؟ ما تصنعون؟ مَنْ سلطانكم؟ مَنْ خطيبكم؟‌ـ﴾ فبينما المحاورة اذ قام من بين بنى آدم - كأمثاله الأماثل من الرسل اولى العزائم - سيّد نوع البشر محمّد الهاشمى صلّى اللّه تعالى عليه و سلّم و قال بلسان القرآن: ‌ـ﴿ايها الحكمة! نحن معاشر الموجودات نجيء بارزين من ظلمات العدم بقدرة سلطان الازل الى ضياء الوجود، و نحن معاشر بنى آدم بعثنا بصفة المأمورية ممتازين من بين اخواننا الموجودات بحمل الأمانة، و نحن على جناح السفر من طريق الحشر الى السعادة الأبدية، و نشتغل الآن بتدارك تلك السعادة و تنمية الاستعدادات التى هى رأس مالنا، و أنا سيّدهم و خطيبهم. فها دونكم منشورى! و هو كلام ذلك السلطان الازلى يتلألأ عليه سكّة الإعجاز‌ـ﴾ - و المجيب عن هذه الأسئلة الجواب الصواب ليس إلا القرآن ذلك الكتاب.- كان ‌ـ﴿١‌ـ﴾ هذه الأربعة عناصره الأساسية. فكما تتراآ هذه المقاصد الاربعة فى كله كذالك قد تتجلى فى سورة سورة بل قد يلمح بها فى كلام كلام بل قدير مز اليها فى كلمة كلمة لان كل جزء فجزء كالمرآة لكل فكل متصاعدا كما ان الكل يتراآ فى جزء فجزء متسلسلا و لهذه النكتة اعنى اشتراك الجزء مع الكل يعرّف القرآن المشخص كالكلى ذى الجزئيات
١ جواب لما

Tercümesinin bir hülâsası:

İnsanı halk edip Kur'anı ona talim eden Zât-ı Zülcelal'in Rahman ismiyle tecelli-yi kübrasına,... rahmetin tecelliyatı adedince Ona hamd ü sena ederek ve Seyyid-ül Beşer Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ı Rahmeten lil'âlemîn gönderdiği o Resul-i Ekremine risaletin semereleri adedince Ona, âl ü ashabına salât ü selâm ve hadsiz şükrediyoruz ki: Onun mu'cize-i kübrası ve hakaik-i kâinatın remizleri ve işaretleri ile tamamıyla cem'edilen Kur'an-ı Azîmüşşan asırların geçmesi ile daim, bâki ve nev'-i beşere mürşid, tâ kıyamete kadar beka vermiş ve o Resul-i Ekrem'i onlara Üstad-ı A'zam eylemiş.

Emma ba'dü biliniz ki: Evvelâ bu yazacağımız işarat ve nüktelerdeki maksadımız Kur'anın nazmındaki bir kısım remizlerinin tefsiridir. Çünki yedi nevi i'cazın en incesi, fakat kuvvetli ve lafzî fakat hakikatlı i'caz, Kur'anın nazmından tecelli ediyor. Evet, parlak i'caz elbette nazmın nakşından çıkıyor.

Sâniyen: Kur'anda esas maksadları ve anasır-ı asliyesi dört hakikattır: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet'tir. Çünki: Vakta kâinat sahrasında benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden sefer edip vücud ve hayat sahrasında yürüyüşüyle istikbalin yüksek dağlarına azimetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilafet-i zemine mazhariyet noktasında ve sair zîhayata tasarrufatı cihetinde rûy-i zeminde ekser eşyanın nev'-i beşerle münasebatı iktizasıyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev'-i beşerle ciddî alâkadar oluyor. Benî Âdem bir tek taife iken yüz binler taifelere karışmasında kâinat zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasında bakıyor.

Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zabıta memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki: "Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz? Ve ne yapacaksınız? Ve her şeye karışıyor ve bazan karıştırıyorsunuz. Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevab versin."

O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem'den Muhammed-ül Hâşimî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), emsalleri olan ulü-l azm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı. Ve Kur'anın lisanıyla dedi ki:

"Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik, varlık nurunu bulduk. Her bir taifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem taifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz. Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz. Ve bizim re's-ül mâlimiz olan istidadlarımızın çekirdeklerini sünbüllendirmeye, iman ve Kur'anla inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz. İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim. İşte elimdeki bu fermanı; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor. İşte o menşur u ferman, Ezel ve Ebed Sultanı'nın kelâmıdır. Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat'î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle."

Said Nursî

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِ

Şu kitap ki, onda asla şüphe yoktur. (Bakara 2)

قُلْ

Söyle

بِسْمِ

Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ٭ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim olan Allah'a mahsustur. O hesap gününün sahibidir. (Fâtiha 2, 4)

رَبِّ الْعَالَمِينَ

Âlemlerin Rabbi. (Fâtiha 2)

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

O hesap gününün sahibidir. (Fâtiha 4)

يَوْمِ الدِّينِ

O hesap günü.

اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

Şüphesiz ki Biz Sana Kevseri verdik. (Kevser 1)

بَا

Fenn-i sarfça bir manası istianedir.

اَسْتَعِينُ

Ben yardım, meded istiyorum.

اَتَيَمَّنُ

Ben uğurlu, bereketli olmasını diliyorum.

قُلْ

Söyle

اِقْرَاْ

Oku!

اِسْم

İsim, ad.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

"Bir adamın cinayetiyle başkalar mes'ul olmaz." (En'âm 164)

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًا

Kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. (Mâide 32)

"Hem bir mâsum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez -kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki, o başka meseledir"

كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لَا تُسْرِفُوا

Yiyin, için, fakat israf etmeyin. (A'râf 31)

لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى

İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. (Necm 39)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

مَا تَقُولُ ف۪ى حَقِّ هٰذِهِ الْحُرِّيَّةِ الْعُثْمَانِيَّةِ وَ الْمَدَنِيَّةِ الْاَوْرُوبَائِيَّةِ

Said cevaben demiş:

اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِدَوْلَةٍ اَوْرُوبَائِيَّةٍ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ الْاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِالْاِسْلَامِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا

Yani: Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir? O vakit Eski Said demiş: Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hamiledir, Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet'e hamiledir, o da bir İslâm devleti doğuracak."

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah'a mahsustur. (Buhari, Ezân: 148, 150, el-Amel Fi's-Salât: 4; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Muvatta', Nidâ': 53, 55; Müsned 292, 376, 382-4:409)

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ

Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler..

اَلتَّحِيَّاتُ

Bütün tahiyyeler.. ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri..

اَلتَّحِيَّاتُ

Bütün tahiyyeler.. ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri..

اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ

Bütün tahiyyeler.. ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri.. Allah'a mahsustur.

اَلْمُبَارَكَاتُ

Bütün mubarekler: suyun katreleri, çekirdekler, tohumlar

اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ

Bütün mubarekler: suyun katreleri, çekirdekler, tohumlar Allah'a mahsustur.

اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ

Bütün mubarekler: suyun katreleri, çekirdekler, tohumlar Allah'a mahsustur.

اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ

Bütün dualar, ricalar, şükürler, namazlar Allaha mahsustur.

اَلطَّيِّبَاتُ

Bütün güzel sözler, güzel mânâlar, güzel cemaller, esma-i hüsnanın cilveleri, imanlar, hamdler, şükürler, tesbihler, tekbirler...

اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün güzel sözler, güzel mânâlar, güzel cemaller, esma-i hüsnanın cilveleri, imanlar, hamdler, şükürler, tesbihler, tekbirler.. Allah'a mahsustur.

اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ

Güzel sözler Ona yükselir. (Fâtır 10)

اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün güzel sözler, güzel mânâlar, güzel cemaller, esma-i hüsnanın cilveleri, imanlar, hamdler, şükürler, tesbihler, tekbirler.. Allah'a mahsustur.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ

Selâm sana olsun ey Nebi, ey Peygamber!

اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَ عَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِح۪ينَ

Bize ve Allah'ın salih kullarına selâm olsun.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ

Ey Peygamber, Allah'ın selâmı üzerine olsun.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ

Ey Peygamber, Allah'ın selâmı üzerine olsun.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ

Selâm size olsun

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ

Güzel sözler Ona yükselir. (Fâtır 10)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır. (İbnü'l-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm 24)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin. (Bakara 32)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

وَ بِهِ نَسْتَعِين

Ancak Onun yardımını isteriz.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.

مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Allah'tan başka dostlar edinenlerin hali, kendisine ağ ören örümceğe benzer. Halbuki evlerin en çürüğü örümcek yuvasıdır -eğer bilmiş olsalardı. (Ankebût 41)

الْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ

Bugün gark olan cesedine necat vereceğim. (Yûnus 92)

لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Eğer bilmiş olsalardı.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.

وَ الْفَجْرِ وَ لَيَالٍ عَشْرٍ

Yemin olsun fecre. Ve on geceye. (Fecr 1-2)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪ى اِنَّ النَّفْسَ لَامَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪ى

Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder. Rabbimin rahmetine mazhar olanlar müstesna.. (Yûsuf 53)

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَٓائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ

Milletin efendisi, onlara hizmet edendir. (el-Mağribî, Câmiu'ş-Şeml 450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ 463)

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَ اَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَ اُ۬ولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ

Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin; Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin. (Nisâ 59)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ

Milletin efendisi, onlara hizmet edendir. (el-Mağribî, Câmiu'ş-Şeml 450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ 463)

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ

Allah'ım, erkek ve kadın bütün mü'minleri bağışla.

اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا

Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini kurşunla tutan bina gibidir. (Buharî, Salât: 88, Edeb: 36, Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Neseî, Zekât: 67; Müsned 405, 409)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurât 10)

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ فِى كُلِّ زَمَانٍ

Bütün zamanlardaki Ramazan aylarının âşireleri adedince Allah'a hamd olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

"Yani 'Birisinin hatasıyla başkası mes'ul olamaz' âyet-i Kur'aniyesi ve "Bir masumun hakkı yüz şerir için dahi feda edilemez"

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى كُلِّ حَلٍ

Her türlü halimiz için Allah'a hamd olsun.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ 44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

عَلَيْكُمْ بِد۪ينِ الْعَجَائِزِ

Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi olunuz. (Süyûti, Ed-Dürerü'l-Müntesire, 115; İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Din 75)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ

Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurât 10)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ

Sen inayet gözü altında korunmaktasın.

اَلْبَاقِى هوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

تَعِيشُ سَعِيدًا

Geçiminde mesud olacaksın.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)

اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُب۪يحُ الْمَحْظُورَاتِ

Zaruretler haramı helâl derecesine getirir.

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm 164; İsrâ 15; Fâtır 18; Zümer 7)






















.