Mehmed Tahiri Mutlu

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Yazdırılabilir sürüm artık desteklenmiyor ve görüntü oluşturma hataları olabilir. Lütfen tarayıcı yer işaretlerinizi güncelleyin ve bunun yerine varsayılan tarayıcı yazdırma işlevini kullanın.

Mehmed Tahiri Mutlu ya da Tahirî Nurların neşrinde çok büyük hizmetleri geçmiş ve Üstad'ın mutlak vekilleri ve varisleri arasında yer alan Atabey'li nur talebesidir. Hafız Ali abi ile birlikte Hizbü’l-Ekber-i Kur’aniyenin neşrinde çalışmıştır. Bir tevazu kahramanı olup ihlas ve takvasıyla mümtazdır. Aras-Atabey'de nur talebelerine vesile olmuş, ailesiyle birlikte fedakârâne hizmet etmiş, çok büyük maddi fedakarlıklarda bulunmuş, teksir makinesiyle nurları neşretmiş, Üstad'ın yanında kalıp hizmetinde bulunmuş ve medresede kalırken vefat etmiştir.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Atabey kahramanı, Tahir

Doğum Yeri ve Tarihi: Atabey (Aras), Isparta, 1900[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: İstanbul, 1977[1]

Kabrinin Yeri: Eyüp Sultan Mezarlığı[1]

Harita Konumu: [1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Hafız Ali ağabey Atabey'de camide onunla tanışıp risalelerden bahseder. O günden sonra Tahiri ağabey iman-Kur'an hizmetinin bir fedakârı olarak ölene kadar hizmet eder.

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Vasiyetnamemdir

Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

Ecel gizli olmasından vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur Fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki (*[2]) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

(Emirdağ Lahikası-1)


Vasiyetnamenin Bir Zeyli

Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat’ın otuzuncu sahifesindeki Said’in hususiyetlerinden altı numunesinden yedinci numunesi ki mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, şiddet-i fakrıyla beraber altmış yetmiş sene evvelki kendi talebelerinin tayinatını da kendisi verdiği acib vaziyetin şimdiki bir misali ve bir sırrı kaç senedir anlaşıldı diye vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanın zamanı geldi.

Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki yasak olmayan daktilo makinesi ile intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile şimdi manevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilayetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşâallah Risale-i Nur’un tab serbestiyeti olsa o düstur daha fazla inkişaf eder.

Medar-ı hayrettir ki o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş. O az para ile bazen talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. O altmış yetmiş senelik düstur-u hayatının bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inayet-i İlahiye ile ihsan edildi ki o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski harfle izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilayet vüs’atindeki manevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebelerinin tayinatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.

Halbuki o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nur’un teksirine sarf ettiği halde, yine Nur’un nüshaları acib bir tarzda hem kendine hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat’iyen kanaatim geldiğinden vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum.

Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu Said günde beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasip olur.

Şimdi manevî evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.

Said Nursî

(Emirdağ Lahikası-2)


بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Umum dostlarıma ve Nur kardeşlerime bu vasiyeti ilan ediyorum:

Ben şahsım itibarıyla vazife-i Nuriyeyi yapmaya tâkatim kalmamış. Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem müteaddid tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık vaziyetiyle ve hastalıkla şimdiki hayatta kalmak, tahammülüm kalmamış gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de zahirî hayatımda ölmüşüm gibi diye bu vasiyetimi yazıyorum.

Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’e hadsiz şükür olsun ki bundan altmış yetmiş sene evvel hilaf-ı âdet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda başkaların muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ı haliyle beraber Eski Said çocukluk, gençlik zamanında talebelerine tayinlerini kendi vermeye çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayin kabul edip mütebâki talebelerine bazen yirmi otuz talebesine tayin verdiğinden ilmi, vasıta-i cer etmeye o talebeler mecbur olmadılar. İktisat ve kanaatle o zaman muvaffak oldukları gibi Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun ki Eski Said gibi şimdi Risale-i Nur kendi hakiki talebelerinin tayinlerini neşriyatıyla mükemmel vermeye başlamış. A’zamî ihlası kırmamak için Risale-i Nur has talebelerine, hususan nafakasını tedarik edemeyenleri tam tamına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nur’un hakkı olduğu cihetle şimdi elli altmış talebesine kâfi sermayesi çıkıyor. Benim (bîçare Said’in) içinde hiçbir hakkı yoktur. Yalnız Risale-i Nur’un kıymettar hâsiyeti ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin kemal-i sadakati bu manevî Nur bayramına vesile oldu.

Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.

Şimdi Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi, Risale-i Nur’un malıdır. Said de bir hizmetkârdır, hayatta tayinini alabilir. Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakın göründü. Ben de altı vilayette bulunan elli altmış talebeyi iki üç sene Nur sermayesinden tayinini vermek kat’î niyet ederken, belki bazılarını bazı maniler onları talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim. Şimdi vasiyetimi yazdım.

Said Nursî

Hâşiye: Gavs-ı A’zam Şeyh-i Geylanî (ra) Risale-i Nur’a ve müellifine işaret ettiği keramet-i gaybiyesinde bir fıkrada تَعٖيشُ سَعٖيدًا diye maişet hususunda saadetle yaşayacağını ve en mesud olacağını haber vermiş. Halbuki biz Üstadımızın fakr u istiğnasını şimdiye kadar zahiren buna muhalif görüyorduk. Gavs-ı A’zam’ın bu ihbar-ı gaybiyesi Üstadımızın hayatında şimdi bilfiil görülmüş ki küçüklüğünde daha on yaşında iken amcasının çorbasını içmezdi, minnet altına girmezdi. Ve ders verdiği eski talebelerinin maişetini de kendisi deruhte ederdi. Aynen şimdi de elli altmış talebesinin tayinlerini vermesi, o gaybî ihbarın tam tahakkuk ve tezahür ettiğini göstermiştir.

Tahirî, Sungur, Ceylan

(Emirdağ Lahikası-2)


Mehmed Tahirî, Küçük Lütfü’nün hayru’l-halefi ve Atabey’in kahramanı, bu havaliye nurlu ve güzel hediyeleri çok kıymettardır. Rahmanu’r-Rahîm hazine-i rahmetinden ona ve pederine her harfine ve her kelimeye mukabil rahmet etsin, âmin!

(Kastamonu Lahikası)


Aras Atabey’de, eskide Lütfü, Zekâi gibi iki kıymettar şakirdlerin yerlerini boş bırakmayan, Aras kahramanları olan Tahir ve Abdullah Çavuş’un Risale-i Nur’a hizmetleri, Aras hakkında endişelerimi tamamen izale etti.

(Kastamonu Lahikası)


Elhak, Tahirî’nin de Lemaat hediyesini pek çok kıymettar gördük. İnşâallah bu havalide ona çok sevap kazandıracak, tam bir Lütfü’dür. Allah muvaffak eylesin.

(Kastamonu Lahikası)


Fakat Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki Tahir ve Abdullah Çavuş o endişemi tamamıyla izale ettiler, büyük bir teselli bana verdiler. Hattâ Tahir’in bu defa bize hediye ettiği Lem’alar ve Yedinci Şuâ’yı bir cilt içinde cilt ettikten sonra mütalaa ettim. O Tahir’de bir Hüsrev, bir Lütfü, bir Âsım gördüm. Cenab-ı Hak ondan ve sizlerden ebediyen razı olsun. Onun o nüshası, burada çok iş görecek inşâallah.

(Kastamonu Lahikası)


Hakikaten Hüsrev’in infikâki beni çok müteessir etmişti. Fakat Tahirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratımı izale eyledi. O, bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur’un has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardır.

Hem bu Tahir’in yüzünden bugünden itibaren Atabey de İslâmköyü, Sava köyü, Kuleönü karyeleri gibi Nurs karyesine arkadaş olup umum manevî kazancımıza hissedar oldu.

...


Yalnız bu kadar var ki Isparta havalisinde yüzer genç Saidler ve Hüsrevler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zayıf Said, dünyadan kemal-i istirahat-i kalple veda etmeye hazırdır. Ve bilhassa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sava köyünün başta Hacı Hâfız olarak Ahmedleri, Mehmedleri hattâ muhterem hanımları (Tahir’in refika ve kerîmeleri gibi) ve masum çocukları Risale-i Nur’la meşgul olmalarını düşündükçe bu dünyada cennet hayatının manevî bir nevini zevk ediyorum, görüyorum. Oranın Ahmedlerinin hediyesini umum o köy hesabına bir teberrük deyip öpüp başıma koydum.

(Kastamonu Lahikası)


Hem Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ve hamdediyorum ki sizlerin bu defaki hediye-i ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarınız, bu bayramımı çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçti. Ve bilhassa ikinci Hüsrev olan birinci Tahir’in gayet dikkat ve tevafuklu yazdığı risaleler beni o derece minnettar ve mesrur ediyor ki elimden gelseydi her bir nüshasına on altın lira verecektim. Bu derece kuvvetli bir şakird Risale-i Nur’a sahip çıkması, ümitlerimizi çok kuvvetlendirdi. Sava kahramanlarının ve Mübareklerin karyelerine kendi karyesini, onların safına getirdi. Atabey (Aras) onunla ve onun gibilerle iftihar etmeli.

Onun nüshalarında yanlışlar pek çok azdır. Yalnız, oralardaki nüshalarda manası anlaşılmayan bazı kelimeler varmış ki istinsahta öylece kaydedilmiş. Benim tashihimden geçen nüshalara mukabele edilse iyi olur.

O kuvvetli ve fedakâr kardeşimizin masum çocuklarının ve refikasının yazdıkları risaleleri güzelce bir cilt yaptık. Görenlere, hususan buradaki Risale-i Nur’un kadınlar dairesindeki kızlar ve hanımlara gayet tesirli ve cazibedar bir numune-i teşvik oldu.

(Kastamonu Lahikası)


Mübarekler, Tahir ile beraber; Tahir’in bize o kıymettar kalemiyle cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalaaya sevk ediyor. Hâfız Ali’nin mektubunda, Tahir’in yazdığı ve göndereceği Sözler’i daha alamadık. Ve onun masume iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor; görenleri Risale-i Nur’a cezbediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tahir’in kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı.

(Kastamonu Lahikası)


Bu tarafta yol kapandı, posta gelmiyordu. Sizlerden gelecek bir mektup veya bir risaleyi bekliyordum. Şimdi ruhuma bir ihtar ile daha beklemeyerek burada hüsn-ü tesirini gösteren üç parçayı gönderiyorum. Masumların ve ümmi mübarek ihtiyarların ve kahraman Tahirî’nin nüshaları, daimî parlak bir tarzda fütuhat yapıyorlar.

(Kastamonu Lahikası)


Ve bilhassa çok ehemmiyetli kardeşimiz kahraman Tahirî’nin parlak ve muvaffakıyetli ve tevafuklu kalemi, kerametkârane fütuhat yapıyor. Ve onun iki masumeleri ve masumların ve ümmi ihtiyarların rengârenk, çeşit çeşit meziyetlerini gösteren yazıları, bizleri teshir ediyor, herkesi şevkle okumaya sevk ediyor. Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun ve sizi muvaffak etsin, âmin!

(Kastamonu Lahikası)


Bu defa Nur Fabrikasının sahibiyle ve tam bir muavini ve tam bir Hüsrev olan kahraman Tahir’in beşaretli mektupları ve Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in ikinci rüyası ve üçüncü rüyanın âhirinde, malûm musibetin akabinde sarsılmayan faal Hâfız Mehmed’in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur’u okutması, üstümüzden dağ gibi manevî ağırlıkları kaldırdılar. Cenab-ı Hak sizleri ve onları âfat-ı maneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmin!

(Kastamonu Lahikası)


Tahirî’nin Hizbü’l-Ekber ve Virdü’l-A’zam’ı tab için İstanbul’a gitmesini bütün ruhumuzla onu tebrik ve muvaffakıyetine dua ediyoruz.

(Kastamonu Lahikası)


Bu defa kahraman Tahir’i umumunuz namına gördüm ve onda bir Lütfü, bir Hâfız Ali, bir Hüsrev ve bir Said (fakat genç Said) müşahede ettim.

(Kastamonu Lahikası)


Hem sizi hem bizi hem Risale-i Nur dairesini ve hususan kahraman Tahir’i, bu Virdü’l-A’zam-ı Kur’anî’nin bu tarzda zuhura gelmesiyle tebrik ediyoruz. Evet, bunun tabında iki emr-i azîm var:

Birisi: Mu’cizatlı Kur’an-ı Hakîm’in ve kerametli Risale-i Nur’un tablarına matbaada görülmemiş bir çığır açtı.

İkincisi: Tahir’e ve Hâfız Ali’ye ve arkadaşlarına kazandırdığı fevkalâde bir sevap noktasıdır ki bu sırra delil-i zahir, emsali matbaada, tabda görülmemiş bir tarzda, aynen Tahir’in hattı fotoğrafla alınmış gibi kim bakıyorsa “Bu, Tahir’in yazısıdır, matbu değildir.” der.

(Kastamonu Lahikası)


Kahraman Tahirî ve Hâfız Mustafa’nın yaptıkları hizmet çok güzeldir. Onların tedbirleri isabetlidir, haktır. Nur Fabrikasının divanında verdiğiniz kararlar, ne olursa kabulümüzdür.

(Kastamonu Lahikası)


Nur Fabrikasının sahibi ile kahraman Tahirî bizi gayet mesrur eden müjdeler veriyorlar hem bazı meseleleri soruyorlar. Sizlerdeki erkânın verdikleri karar ve münasip gördüğü tarzlar, benim reyimin fevkinde inşâallah isabet ederler. Madem benim reyimi de almak istiyorlar. Şimdilik, evvelce nazlanan matbaacılara lüzum yok. Hem mesleğimize muhalif yeni hurufa, Risale-i Nur’un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiği için lâzım değil. Sizler, el makinesiyle yazdığınız miktar yeter. Zaten Nazif de el makinesiyle bir derece çalışıyor. Tashihine çok dikkat etmek lâzım. Eski hurufla elmas kalemli kardeşlerim matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bize yardım etsinler.

(Kastamonu Lahikası)


Arabî Virdü’l-Ekber-i Nuriye’ye dair müjdeniz ve kahraman Tahirlerin ve mübareklerin, sâri ve dehşetli hastalıklara tiryaklar ve ilaçlar yetiştirmeleri ve mütemadiyen çalışmaları, bizi belki ruhanîleri ve ricalü’l-gayb zatları dahi sevindiriyor.

(Kastamonu Lahikası)


Sabri’nin tabiriyle, Risale-i Nur’un zülfikarı olan Hizbü’l-Ekber-i Nurî elhak me’mulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sıhhatli ve yanlışları pek az bir tarzda Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle vücuda gelmiş. Hâfız Ali, Tahirî, Hâfız Mustafa bu vazifede elhak tam çalışmışlar. Risale-i Nur’un eline bir elmas kılınç verdiler.

(Kastamonu Lahikası)


Bu defa Hâfız Ali’nin mektubunda büyük bir beşaret hissettik ki Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ımızı tabedilecek esbab var, maniler yok. Madem mübarek Hüsrev geldi; en birinci hak, bu meselede onundur. Ve madem iki Ali ile Tahirî, Hâfız Mustafa, hârika tesanüdleriyle ve şimdiye kadar bütün Risale-i Nur talebelerini sevindiren ve ehl-i imanı memnun ve minnettar eden meydandaki hizmetleriyle ve kahraman Rüşdü’nün lâyetezelzel sadakatiyle, Hüsrev’le beraber bu büyük ve ağır ve kıymettar hizmet-i Kur’aniyeye kemal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır.

Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iye ile reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlas Risalesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa az bir ihtilaf, bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.

Hattâ sizden saklamam, işte şimdi Feyzi de Emin de biliyorlar ki mabeyninizde gayet ehemmiyetsiz bir tenkit, bize burada zarar veriyor gibi size, hiç bilmediğim halde, bu noktaya dair iki mektup yazdım ve ruhen çok endişe ediyordum. “Acaba yeni bir taarruz mu var?” diye muzdarip idim.

Hem o zarardandır ki mübarek Hüsrev’in gelmesiyle yeni bir şevk ve süratle bize Hizb-i Nurî’nin arkasına ilhak edilen münâcat parçası on beş gün tehire uğradı. On beş gün evvel bize geleceğini tahmin ediyordum.

İnsan kusursuz olmaz ve rakipsiz de olmaz. Risale-i Nur’un kahraman şakirdleri her müşkülata galebe ettikleri gibi inşâallah bu ehemmiyetli ve dehşetli mevsimde yine galebe ederler. Safvet ve ihlaslarını bozmayacaklar ve hizmetlerine fütur getirmeyecekler.

Siz, tedbir-i maddiyeyi benden daha iyi bilirsiniz. Fakat madem Hüsrev’le Rüşdü, Risale-i Nur’da çok ehemmiyetli rükünlerdir. Hem etraflarında Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli şakirdleri var. Ve madem Hâfız Ali, Tahirî, Hâfız Mustafa, Küçük Ali Risale-i Nur hizmetinde tam muvaffakıyetleriyle tam makbul oldukları tahakkuk etmiş. Bu iki cereyan baştaki iki göz gibi olmalı. Tam bir tesanüd lâzım ki bu ağır defineye omuzları dayanabilsin.

(Kastamonu Lahikası)


Kardeşlerim! Erkân-ı sitteden iki Ali ile Tahirî ve Hâfız Mustafa, bu iki üç senede ve bilhassa bu havalide bana yardımları ve fütuhatları ya fevkalâde ihlaslarından veya yüksek iktidar ve faaliyetlerinden o derecededir ki bu vilayette Risale-i Nur şakirdlerini ebeden minnettar edip Risale-i Nur’u dahi buralarda ebeden yerleştirdiler. Cenab-ı Hak, onlardan ve sizlerden ebeden razı olsun, âmin!

(Kastamonu Lahikası)


Merhum Lütfü’nün ehemmiyetli vârislerinden Abdullah Çavuş, kahraman Tahirî ile Atabey’i, Nurs karyem hükmüne getirmişler.

İslâmköylü Abdullah, Hâfız Ali (rh) zamanında Risale-i Nur’a çok hizmet etmiş. Onlara umumen selâm ediyorum.

Mübarek Tahirî’nin küçücük bir Medrese-i Nuriye hükmünde hanesindeki mübareklere dua ediyorum.

(Emirdağ Lahikası-1)


Sâniyen: Tahirî’nin Denizli hapsinde unutulmaz hâlisane hizmeti ile ve Nurlara sarsılmaz sadakatiyle ve yanılmaz zekâvetiyle ve çekilmez bahadırlığıyla, daire-i Nur’da ehemmiyetli makamı için bütün bu defaki mektubunu Lâhika’ya geçirdik. Başta Nur’un şakirdlerinden validesi Zübeyde olarak akrabasına ve rüfekasına selâm ederim. Cenab-ı Hak onlardan ebeden razı olsun, âmin!

(Emirdağ Lahikası-1)


Sâniyen: Hüsrev ve Tahirî gibi vazifelerini tam yapan ve bin Hüsrev ve beş yüz Tahirî meydanda bırakan iki kardeşimiz ve onların sisteminde bir Nurcuyu sulh mahkemesine vermek… İnşâallah neticesinde büyük bir inayet ve fütuhat olacak, hiç merak etmeyiniz. عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla bu hâdise, zulmedenlere maddî manevî cehennemi ve Nurculara dünyevî uhrevî cenneti kazandırmaya bir sebeptir, inşâallah.

(Emirdağ Lahikası-1)


Sâlisen: Bu ramazan-ı şerifte, Kur’an’ı zevk ve şevk ile okumak çok ihtiyacım vardı. Halbuki elemli hastalık, maddî ve manevî sıkıntılar, yorgunlukla ve meşgalelerin tesiriyle telaş ettim. Birden Hüsrev’in şirin kalemiyle yazılan mu’cizatlı cüzler ve Hâfız Ali ve Tahirî’ye pek çok sevap kazandıran parlak ve kerametli Hizbü’l-Ekber-i Kur’aniye’yi birbiri arkasından okumaya başlarken öyle bir zevk ve şevk verdi ki bütün o yorgunlukları hiçe indirdi. Hiçbir vesveseye meydan vermeyerek pek parlak bir surette ders-i Kur’aniyeyi onlardan dinlerken bütün ruh u canımla arzu ettim ve kasd u azmettim ki mümkün olduğu derecede aynı Hizbü’l-Ekber-i Kur’aniye gibi fotoğrafla mu’cizatlı Kur’an’ımızı tabedeceğiz, inşâallah.

(Emirdağ Lahikası-1)


Kardeşlerim!

Yeni hurufla yazdığınız iki Mesele, cidden tesirini gösterdi. Birinci, İkinci, Üçüncü Meseleleri de yazılsa çok iyi olur. Fakat Hüsrev ve Tahirî gibi kalemleri Kur’an’a ve Kur’an hattına mahsus ve memur olmalarından bana endişe verir. Başkalar yazsalar daha münasiptir.

(Şualar, 13. Şua)


Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste kat’î kanaatim gelmiş ki: Risale-i Nur ile kıraaten ve kitabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musibet tezauf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev’i ve Hâfız Ali, Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalp, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. “Acaba neden?” der idim.

Şimdi anladım ki onlar hakiki vazifelerini yapıyorlar, malayani şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enaniyetten gelen hodfüruşluk ve tenkit ve telaş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itminan-ı kalpleriyle Risale-i Nur şakirdlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risale-i Nur’un manevî kuvvetini gösterdiler. Cenab-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin, âmin!

(Şualar, 13. Şua)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

İki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara binaen ben bütün vazife-i müdafaatı buraya gelen ve gelecek Nur erkânlarına bırakmaya kalben mecbur oldum. Hususan (H,R,T,F,S) (*[3])

(Şualar, 14. Şua)


Râbian: Feyzilerin bir kahramanı olan Ahmed Feyzi kardeşimiz de Tahirî’nin koğuşu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalı. Ve gidenlerin yerinde, onların şakirdlerini Kur’an ve Nur dersleriyle ve yazılarıyla teşvik etsin. Dün bana gönderdiği yeni talebelerin defterleri benim hazîn halimi sevince tebdil etti. Elhamdülillah dedim.

(Şualar, 14. Şua)


Ben senden ve Ahmed Feyzi’den gücenmem. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdı. Maddî kaza-yı İlahî olarak o vaziyet size verilmiş. Onun tamiri için benim tarzımda davranmak lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nurlarla ve Tahirî gibi yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.

(Şualar, 14. Şua)


Tahirî'nin Müdafaasıdır

Afyon Ağır Ceza Mahkemesine,

Afyon C. Savcılığınca tarafıma tebliğ edilen, dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini bozacak hareketlere halkı teşvik maddesinden Üstadım Bedîüzzaman Said Nursî ve diğer arkadaşlarıyla birlikte suçlu gösterilmekle mahkemeye veriliyorum.

Ben, gerek Isparta Sulh Mahkemesinde ve gerekse Afyon Sorgu Dairesinde sorulan suallere doğru olarak cevap vermişim. Bizi beraet ettiren Denizli Mahkemesi, bütün kitaplarımızı bize iade etmiş, Üstadım Bedîüzzaman’ın risalelerini okuyup yazmakta ve kendisine talebe olan kardeşlerimle mektuplaşmakta bize ceza vermemişti. Halbuki altı sene evvel Üstadımın müsaadeleri olmadığı halde, marifetimle eski yazı ile İstanbul’da matbaada tabedilen beş yüz adet Bedîüzzaman’ın “Yedinci Şuâ” kitabını, Denizli Mahkemesi tamamen sandığıyla 20.7.1945 tarihli kararıyla yed’ime teslim etmiş. O zaman müştak olan Nur talebelerine tab bedeli mukabilinde tevzi edilmişti.

İşte bu âlî mahkemenin Temyiz’in yüksek tasdikiyle kat’iyet kesbeden hükmüne istinaden, iki sene evvel İstanbul’dan teksir makinesi ve kâğıt alarak Isparta’ya getirdim.

Elinizde olan üç mecmuadan ikisini kardeşim Hüsrev Altınbaşak yazdı. Birisini de ben yazdım. Evvela “Zülfikar Mu’cizat-ı Kur’aniye ve Ahmediye” mecmuasını bastık. Bunu kısmen sattık. Hasıl olan parasından Asâ-yı Musa mecmuasının kâğıdını da satın aldım, getirdim. Sonra Asâ-yı Musa mecmuasını bastık, bunu da sattık. Sonra Siracünnur mecmuasının kâğıdını alıp bastık. Bu müddet bir sene devam etti.

Sonra, otuz kadar mecmua Eğirdir’e götürülürken yolda tutularak Eğirdir Adliyesine teslim edilmiş. Çok geçmeden Isparta Adliyesi marifetiyle Hüsrev Altınbaşak’ın evi taharri olunup hem teksir makinesi hem mecmualar müsadere edilerek bir sene evvel mahkemeye verilmiştik. Neticede yasak olmayan dinî eserler olmasından Hüsrev Altınbaşak’la bana ve diğer bir arkadaşımıza ruhsatsız kitap tabettiğimizden bir ay ceza verildi. Biz de temyiz ettik. Henüz Temyiz’den gelmeden Afyon Hapishanesine getirildim.

İşte yüksek mahkemenizde dinime ve dindaşlarıma olan şu hasbî hizmetim, hususan mahkemenin iade ettiği ve meali hadîs-i şerif muhteviyatı olan Beşinci Şuâ meseleleriyle Afyon C. Savcısı “Hükûmetin emniyetini ihlâl ediyorlar.” diye hem beni hem risalenin müellifini hem Hüsrev Altınbaşak’la kırk altı talebe kardeşlerimi, bu eserleri yazmışlar, okumuşlar diyerek cezalandırmak istiyor.

Bu vatanda öz bir vatandaş olmakla, huzurunuzda hakikatten ayrılmayarak derim ki: Bu eserlerle ahlâkımızı dinen terbiye edip yükselten ve kendisine “müceddid” dediğimiz halde bizi reddedip kıran ve büyük bir hürmetle üstad kabul ettiğimiz Said Nursî’nin senelerden beri talebesiyim. Kendisinde ve eserlerinde ve talebelerinde, hükûmetin emniyetini ihlâle teşebbüs edecek hiçbir fiil olmadığına yakînen ve kat’iyen şahidim.

Hususan ittiham sebebinin birisi de: Isparta mahkemesi yakînen hakikate muttali olmasıyla, o cihetten bize ceza vermedikleri kitap bedelleridir ki bizim kitap bedelleriyle idare-i maişetimizi temine hiçbir cihetle ihtiyacımız olmamakla beraber, bu satılan mecmuaların bedellerinin teksir makinesine ve kâğıdının ve mürekkebinin karşılığına verilmiş olduğunu yüksek mahkemenize arz eder ve sırf Allah rızası için hüsn-ü niyetle yaptığımız bu hizmetin bir suç olmasına imkân olmamakla, yüksek mahkemenizden ve âlî vicdanlarınızdan Risale-i Nur eserlerinin iadesini talep ederim.

Mevkuf

Tahirî

(Şualar, 14. Şua)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Bediüzzaman'ın talebelerine verdiği vekaletname

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 1,3 Isparta kahramanları, Himmet Koçoğlu
  2. Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.
  3. Hüsrev, Re’fet, Tahir, Feyzi, Sabri.