Fetih 26

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Fetih 25Fetih SuresiFetih 27: Sonraki Ayet

Meali: 26- O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.

{Âyette yer alan takvâ sözü, şehâdet kelimesidir. Takvâ kelimesine bağlılık o sırada cereyan eden olayı yatıştırmıştır. Şöyle ki, Hudeybiye'de Mekkelilerle müslümanlar arasında antlaşma yazılacağı sırada Hz. Peygamber, Hz. Ali'ye, "yaz" dedi: "Bu, Allah'ın elçisinin, Mekke halkıyla yaptığı antlaşmadır." Kureyş temsilcileri dediler ki: "Biz senin Allah'ın elçisi olduğunu bilsek, sizin Kâbe'ye girmenize engel olmayız. Şöyle yazın: "Bu, Abdullah oğlu Muhammed ile Mekke halkı arasındaki antlaşmadır." Hz. Peygamber de öyle yazdırdı. Kureyşlilerin bu tutumu müminlerin çok ağrına gitmişti ama, âyette ifadesini bulan takvâ sözü, onları yatıştırıp teskin etmişti.}

Kur'an'daki Yeri: 26. Cüz, 513. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar; tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârane bir lezzet var, şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara “Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez.

Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise muhasamet ve keşmekeşe sebeptir. Onun içindir ki hadîs-i şerifte ferman etmiş: اَلْاِسْلَامِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ Ve Kur’an da ferman etmiş:

اِذْ جَعَلَ الَّذٖينَ كَفَرُوا فٖى قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكٖينَتَهُ عَلٰى رَسُولِهٖ وَعَلَى الْمُؤْمِنٖينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلٖيمًا

İşte şu hadîs-i şerif ve şu âyet-i kerîme, kat’î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ihtiyaç bırakmıyor.

Evet, acaba hangi unsur var ki üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet, menfî milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş.

Ezcümle: Emevîler bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için hem âlem-i İslâm’ı küstürdüler hem kendileri de çok felaketler çektiler.

Hem Avrupa milletleri, şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için Fransız ve Alman’ın çok şeametli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumî’deki hâdisat-ı müthişe dahi menfî milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem bizde iptida-i Hürriyet’te, –Babil kalesinin harabiyeti zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen “teşaub-u akvam” ve o teşaub sebebiyle dağılmaları gibi– menfî milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok “kulüpler” namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif milletçiler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar, ecnebilerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfî milliyetin zararını gösterdi.

Şimdi ise en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felakettir ki tarif edilmez.

Âdeta bir sineğin ısırmaması için müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adâvet ise dolayısıyla İslâmiyet’e, Kur’an’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’an’a karşı adâvet ise bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek; hamiyet değil, hamakattir!

(26. Mektup)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]