Ebu Hüreyre

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
17.49, 13 Şubat 2018 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 7298 numaralı sürüm
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Ebu Hüreyre (ra) müslüman olduktan sonra Ashab-ı Suffa'ya katılarak Peygamber Efendimizin (sav) vefatına kadar onun yanından ayrılmamış ve çok hadis rivayet etmiş bir sahabidir. Kısmen Hayber fethine ve daha sonra yapılan gazvelerin hepsine katıldı. Halife Ömer onu Bahreyn’de namaz kıldırıp kazâ işlerine bakmakla görevlendirdi.[1] Peygamber Efendimiz (sav) hafızasının kuvvetlenmesi için ona dua ettikten sonra hiçbir şey unutmamıştır.[2][3][4]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ebû Hüreyre Abdurrahmân b. Sahr ed-Devsî, Abdurrahman b. Sahr[1]

Künyesi: Ebû Hüreyre, Ebu Hir[1] (Ebu Hüreyre (ra) kedileri çok sevdiği için kedicik babası anlamındaki bu ismi ona bizzat Peygamberimiz (sav) vermiştir.[3])

Lakapları: Abdüşşems (Cahiliye dönemindeki ismi), Abdurrahman (Peygamberimizin ona verdiği isim)

Kabilesi: Yemen'in Devs kabilesi[3]

Peygamberimizin Kendisiyle Kardeşlik Bağı Kurduğu Sahabi:

Doğum Yeri ve Tarihi:

Vefat Yeri ve Tarihi: Medine, H. 57/M. 676[1]

Kabrinin Yeri:

Nasıl ve Ne Zaman Müslüman Olduğu[değiştir]

Hayber gazvesi sıralarında Yemen'den Medine'ye gelip Müslüman olmuştur (H. 7/M. 629) (ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1376/1956, I, 32). Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti.[3] Bu genel kanaatle birlikte onun Tufeyl b. Amr ed-Devsî vasıtasıyla daha Yemen’de iken, hicretten önce Müslüman olduğuna dair rivayet de vardır (İbn Hacer, el-İsâbe, 3/287).[1]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem –nakl-i sahih ile– Ebu Hüreyre ve Huzeyfe gibi mühim zatlar bulunduğu bir heyette, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş ki: ضِرْسُ اَحَدِكُمْ فِى النَّارِ اَعْظَمُ مِنْ اُحُدٍ diye birinin irtidadıyla müthiş âkıbetini haber vermiş. Ebu Hüreyre dedi: “O heyetten, ben bir adamla ikimiz kaldık; ben korktum. Sonra öteki adam, Yemame Harbi’nde Müseylime tarafında bulunup mürted olarak katledildi.” İhbar-ı Nebevînin hakikati çıktı.

(Mektubat, 19. Mektup, Altıncı Nükteki İşaret)


Hazret-i Ömer İbni’l-Hattab ve Ebu Hüreyre ve Seleme İbni’l-Ekva ve Ebu Amrate’l-Ensarî gibi müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma müracaat ettiler. Ferman etti ki: “Heybelerinizde kalan bakiyye-i erzakı toplayınız!” Herkes azar birer parça hurma getirdi. En çok getiren dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular. Seleme der ki: “Mecmuunu ben tahmin ettim, oturmuş bir keçi kadar ancak vardı.” Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bereketle dua edip ferman etti: “Herkes kabını getirsin!” Koşuştular, geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı. Sahabeden bir râvi demiş: “O bereketin gidişatından anladım, eğer ehl-i arz gelseydi onlara dahi kâfi gelecekti.”

(Mektubat, 19. Mektup, Yedinci Nükteki İşaret, 3. Misal)


Şifa-i Şerif sahibi ve meşhur İbn-i Ebî Şeybe ve Taberanî gibi mevsuk ve sahih muhakkikler rivayetiyle, Hazret-i Ebu Hüreyre der: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bana emretti: “Mescid-i Şerif’in suffasını mesken ittihaz eden yüzden ziyade fukara-yı muhacirîni davet et!” Ben dahi onları aradım, topladım. Umumumuza bir tabla taam konuldu. Biz, istediğimiz kadar yedik, kalktık. O kâse konulduğu vakit nasıl idi, yine öyle dolu kaldı; yalnız parmakların izi taamda görünüyordu.

İşte Hazret-i Ebu Hüreyre, umum kâmilîn-i Ehl-i Suffa tasdikine istinaden onlar namına haber verir. Demek, manen umum Ehl-i Suffa rivayet etmiş gibi kat’îdir. Hem hiç mümkün müdür ki o haber hak ve doğru olmasa o sadık ve kâmil zatlar sükût edip tekzip etmesinler.

(Mektubat, 19. Mektup, Yedinci Nükteki İşaret, 9. Misal)


Başta Tirmizî ve İmam-ı Beyhakî gibi muhakkikler, Hazret-i Ebu Hüreyre’den nakl-i sahih ile beraber haber veriyorlar ki Ebu Hüreyre demiş ki: Bir gazvede –başka bir rivayette Gazve-i Tebük’te– ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: هَلْ مِنْ شَىْءٍ؟ “Bir şey var mı?” diye emretti. Ben dedim: “Heybede bir parça hurma var.” (Bir rivayette, on beş tane imiş.) Dedi: “Getir!” Getirdim. Mübarek elini soktu, bir kabza çıkardı, bir kaba bıraktı; bereketle dua buyurdular. Sonra onar onar askeri çağırdı, umumen yediler. Sonra ferman etti: خُذْ مَا جِئْتَ بِهٖ وَاقْبِضْ عَلَيْهِ وَلَا تَكُبَّهُ Ben aldım, elimi o heybeye soktum. Evvel getirdiğim kadar elime geçti.

Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hayatında, Ebubekir ve Ömer ve Osman hayatında, o hurmalardan yedim. Başka bir tarîkte rivayet edilmiş ki: O hurmalardan kaç yük, fîsebilillah sarf ettim. Sonra Hazret-i Osman’ın katlinde, o hurma kabı ile nehb ve garet edildi, gitti.

İşte Hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın kudsî medresesi ve tekyesi olan Suffa’nın demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-yı Nebeviyeye mazhar olan Hazret-i Ebu Hüreyre, Gazve-i Tebük gibi bir mecma-ı nâsta vukuunu haber verdiği şu mu’cize-i bereket; manen bir ordu sözü kadar kat’î ve kuvvetli olmak gerektir.

(Mektubat, 19. Mektup, Yedinci Nükteki İşaret, 15. Misal)


Başta Buharî, kütüb-ü sahiha –nakl-i kat’î ile– beyan ediyorlar ki: Hazret-i Ebu Hüreyre aç olmuş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasından gidip menzil-i saadete gitmişler. Bakarlar ki bir kadeh süt, oraya hediye getirilmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm emretti ki: “Ehl-i Suffa’yı çağır!” Ben kalbimden dedim ki: “Bu sütün bütününü ben içebilirim. Ben daha ziyade muhtacım.” Fakat emr-i Nebevî için onları topladım, getirdim. Yüzü mütecaviz idiler. Ferman etti: “Onlara içir!” Ben de o kadehteki sütü birer birer verdim. Her birisi doyuncaya kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içirerek bütün Ehl-i Suffa, o safi sütten içtiler.

Sonra ferman etti ki: بَقِىَ اَنَا وَاَنْتَ فَاشْرَبْ Ben içtim. İçtikçe “İç!” ferman eder, tâ ben dedim: “Seni hak ile irsal eden Zat-ı Zülcelal’e kasem ederim, yer kalmadı ki içeyim.” Sonra kendisi aldı. Bismillah deyip hamdederek bakiyyesini içti. Yüz bin âfiyet olsun.

İşte şu safi, hâlis, süt gibi latîf, şüphesiz mu’cize-i bâhire-i bereket, beş yüz bin hadîsi hıfzına alan Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte-i Sahiha ile nakilleri, gözle görmek kadar kat’î olmakla beraber, Medrese-i Kudsiye-i Ahmediye (asm) olan Suffa’nın namdar, sadık, hâfız bir şakirdi olan Ebu Hüreyre’nin, umum Ehl-i Suffa’yı manen işhad ederek, âdeta umumunu temsil edip şu ihbarı, tevatür derecesinde kat’î telakki etmeyenin ya kalbi bozuk veya aklı yok.

Acaba Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine vakfeden وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ hadîsini işiten ve nakleden; hiç mümkün müdür ki hıfzındaki ehadîs-i Nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp Ehl-i Suffa’nın tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ…

(Mektubat, 19. Mektup, Yedinci Nükteki İşaret, 16. Misal)


Hem neden Hazret-i Enes, Câbir, Ebu Hüreyre’den çok geliyor; Hazret-i Ebubekir ve Ömer az rivayet ediyor?

Elcevap: Birinci şıkkın cevabı Dördüncü İşaret’in Üçüncü Esas’ında geçmiş. İkinci şıkkın cevabı ise nasıl ki insan, bir ilaca muhtaç olsa bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mesele-i şer’iye, müftüden haber alınır ve hâkeza…

Öyle de sahabe içinde ehadîs-i Nebeviyeyi gelecek asırlara ders vermek için ulema-i sahabeden bir kısım, ona manen muvazzaf idiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebu Hüreyre bütün hayatını, hadîsin hıfzına vermiş; Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilafet-i kübra ile meşgul imiş. Onun için ehadîsi ümmete ders vermek için Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi zatlara itimat edip ondan, rivayeti az ederdi.

(Mektubat, 19. Mektup, Onuncu İşaret, BİR NÜKTE-İ MÜHİMME)


Başta Buharî, İbn-i Hibban, Davud, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha müttefikan Hazret-i Enes’ten, Ebu Hüreyre’den, Osman-ı Zinnureyn’den, Aşere-i Mübeşşere’den Said İbn-i Zeyd’den haber veriyorlar ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ebubekiri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağı’nın başına çıktılar. Cebel-i Uhud ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti ki: اُثْبُتْ يَا اُحُدُ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ نَبِىٌّ وَ صِدّٖيقٌ وَ شَهٖيدَانِ

(Mektubat, 19. Mektup, On Birinci İşaret, 5. Misal)


Hem Ebu Hüreyre, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma şekva etmiş ki “Nisyan bana ârız oluyor.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş, bir mendil şeklinde bir şey açmış. Sonra mübarek avucu ile gaibden bir şey alır gibi öyle avucunu oraya boşaltmış. İki üç defa öyle yaparak Ebu Hüreyre’ye demiş: “Şimdi mendili topla.” Toplamış. Bu sırr-ı manevî-i dua-yı Nebevî ile Ebu Hüreyre kasem eder ki: “Ondan sonra hiçbir şey unutmadım.” İşte bu vakıalar, ehadîs-i meşhuredendirler.

(Mektubat, 19. Mektup, On Dördüncü İşaret, 3. Misal)


Beş altı tarîkle manevî bir tevatür hükmünü almış kurt hâdisesidir ki bu kıssa-i acibe çok tarîklerle meşhur sahabelerden nakledilmiş. Ezcümle, Ebu Saidi’l-Hudrî ve Seleme İbni’l-Ekva ve İbn-i Ebî Vehb ve Ebu Hüreyre ve bir vak’a sahibi çoban Uhban gibi müteaddid tarîklerle haber veriyorlar ki: Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: “Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Acayip! Zi’b konuşur mu?” Zi’b ona demiş: “Acib senin halindedir ki bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz!”

Bütün tarîkler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuvvetli bir tarîk olan Ebu Hüreyre ihbarında diyor ki: Çoban kurda demiş: “Ben gideceğim fakat kim benim keçilerime bakacak?” Zi’b demiş: “Ben bakacağım.” Çoban ise çobanlığı kurda devredip gelmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Zi’bi çoban bulmuş. Zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş, çünkü ona üstadlık etmiş.

(Mektubat, 19. Mektup, On Beşinci İşaret, Birinci Şube, 2. Hadise)


Beş altı tarîkle mühim sahabelerden nakledilen cemel hâdisesidir ki: Ezcümle, Ebu Hüreyre ve Sa’lebe İbn-i Mâlik ve Câbir İbn-i Abdullah ve Abdullah İbn-i Cafer ve Abdullah İbn-i Ebî Evfa gibi müteaddid tarîkler ve o tarîklerin başındaki sahabeler müttefikan haber veriyorlar ki: Deve gelmiş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma tahiyye-i ikram nevinden secde edip konuşmuş.

(Mektubat, 19. Mektup, On Beşinci İşaret, Birinci Şube, 3. Hadise)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]