Bakara 31

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
11.57, 26 Mayıs 2023 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 34530 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Bakara 30Bakara SuresiBakara 32: Sonraki Ayet

Meali: 31- Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 5. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasıl ki عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem’in melaikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki:

Nev-i beşere, câmiiyet-i istidat cihetiyle talim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlık’ın şuunat ve evsafına şâmil kesretli maarifin talimidir ki nev-i beşere, değil yalnız melaikelere, belki semavat ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrayı haml davasında bir rüçhaniyet vermiş. Ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i manevîsi olduğunu Kur’an ifham ettiği misillü; melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, şeytanın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi pek büyük bir hakikati ihsas ediyor. Şöyle ki:

Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve şeytanın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev-i beşere kâinatın ekser maddî envaları ve o envaın manevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin hâsselerinin bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber; o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habîseleri, o nev-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, bir tek Âdem’le (as) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.

(20. Söz)


Hem mesela وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا “Hazret-i Âdem aleyhisselâmın dava-yı hilafet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır.” diyor. İşte sair enbiyanın mu’cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem aleyhisselâmın mu’cizesi umum kemalât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine, sarahate yakın işaret ediyor.

Cenab-ı Hak (cc), manen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki:

Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melaikelere karşı hilafet davasında rüçhaniyetine hüccet olarak bütün esmayı talim ettiğimden siz dahi madem onun evladı ve vâris-i istidadısınız; bütün esmayı taallüm edip mertebe-i emanet-i kübrada, bütün mahlukata karşı rüçhaniyetinize liyakatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.

Fakat sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be-vakit başınızı kaldırıp esma-i hüsnama dikkat ederek o semavata urûc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabb’inize bakasınız.

(20. Söz)


Kur’an bazen tagayyüre maruz ve muhtelif keyfiyata medar maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakaik-i sabite suretine çevirmek için sabit, nurani, küllî esma ile icmal eder, bağlar. Veyahut tefekküre ve ibrete teşvik eder bir fezleke ile hâtime verir.

Birinci mananın misallerinden mesela

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونٖى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

İşte şu âyet evvela: “Hazret-i Âdem’in hilafet meselesinde, melaikelere rüçhaniyetine medar onun ilmi olduğu” olan bir hâdise-i cüz’iyeyi zikreder. Sonra o hâdisede melaikelerin Hazret-i Âdem’e karşı ilim noktasında hâdise-i mağlubiyetlerini zikreder. Sonra bu iki hâdiseyi iki ism-i küllî ile icmal ediyor. Yani اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ yani “Alîm ve Hakîm sen olduğun için Âdem’i talim ettin, bize galip oldu. Hakîm olduğun için bize istidadımıza göre veriyorsun. Onun istidadına göre rüçhaniyet veriyorsun.”

(25. Söz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]