Şefik Sarıoğlu: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
("Kategori:Eskişehir Hapsi Kategori:Eksik" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
 
(Aynı kullanıcının aradaki bir diğer değişikliği gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Kabri Muğla'da Olanlar]]
[[Kategori:Şahıs]]
[[Kategori:Eskişehir Hapsi]]
[[Kategori:Eskişehir Hapsi]]
[[Kategori:Eksik]]
'''Şefik Sarıoğlu''' Milas ve havalisinde Halil İbrahim Çöllüoğlu ile beraber Risale-i Nur vasıtasıyla yıllarca iman ve Kur'an hizmetinde bulunmuş bir nur talebesidir. 1935'te Halil İbrahim Çöllüoğlu, İnce Mehmed, Manifaturacı Mehmed, Saatçi Hafız Mehmed, Marangoz Halil İbrahim, Hatip Hüseyin İbrahim, Molla Hüseyin, Kaputçu Mustafa ve Tahsildar Ali Rıza ile beraber adliyeye sevkedilmiş, Şefik dahil 8 Milaslı nur talebesi Eskişehir hapsine Üstad ile beraber girmiştir.<ref name='a'>https://nurkoy.org/selam-verince-hapse-atilan-sefik-sarioglu/</ref><ref name='b'>http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=6316&ctgr_id=91</ref>
<ref name='c'>Son Şahitler, Necmeddin Şahiner</ref>
==Şahsi Bilgiler==
 
'''Diğer İsimleri:''' Şefik bey
 
'''Doğum Yeri ve Tarihi:''' Milas, 1321 (1905)<ref name='c' />
 
'''Vefat Yeri ve Tarihi:''' 27 Ağustos 1954, Yatağan, Bozüyük<ref name='c' />
 
'''Kabrinin Yeri:''' Milas<ref name='b' />
 
==Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı==
 
==Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri==
 
Bediüzzaman ile Eskişehir hapishanesinde beraberdir.
 
==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
 
Elmas, Cevher, Nur
 
Bu Lem’a’nın başında İmam-ı Ali (ra) Risale-i Nur’a işaret ettiğinden, bir kardeşimiz heyecanlı bir iştiyakla Risale-i Nur’a, Elmas Cevher Nur ismini takıp tekrar ederek yazmıştı. Bu Lem’a’nın âhirinde derci münasip görüldü:
 
Takva dairesinde bulunan talebe deli de olsa, acaba Risale-i Nur’un ve kıymetli elmasın nurundan ayrılabilir mi? Öyle tahmin ederim ki Risale-i Nur’un bu âciz talebeniz kadar kerametini, faziletini, lezzetini yiyen, tatlı meyvesinden koparan nadirdir. Hem bu kadar âcizliğim ile beraber, Risale-i Nur’a hizmet edemediğim halde göstermiş olduğunuz teveccühe medyun-u şükranım. Binaenaleyh Risale-i Nur’dan bendeniz değil, hiçbir talebeniz o mübarek elmastan ve lezzetten ayrılamaz.
 
Affınıza mağruren Risale-i Nur’un bu defaki taharriyatında iki kerameti meydana aynen çıkmıştır: Hapishane içerisinde polis, jandarma ve gardiyanlar müthiş arama yaparken, o esnada hiç kimse görmeden, yedi sekiz yaşında, hemşiremin mahdumu, mektep çantasının içerisine Risale-i Nur’un nüshalarını koyarak alıp gitmiştir.
 
Arama, bendenizin odasında idi. Çocuk odaya geldi, odada telaş görünce, odanın bir tarafında ayrıca duran Risale-i Nurları çantasına koydu ve içerideki memurların hiçbirisi farkına varmadı, çocuğa da bir şey demediler. Fedakâr çocuk doğruca validesine gidiyor. “Dayımın daima bize okuduğu Risale-i Nurları getirdim. Bunları alacaklarmış. Ben onların haberi olmadan, onlar başka mektup, kitap karıştırırlarken aldım, çantama koydum. Bunları iyice bir yere koyunuz, muhafaza ediniz. Ben bunların okunmasını çok seviyorum. Dayım bize bunları okuyordu. O okurken ben başka bir halet kesbediyordum.” diye validesine söylüyor ve mektebine avdet ediyor. Bu sayede Elmas Cevher Nurlar ele geçmemiş oluyor.
 
Bu keramet değil de nedir? Kur’anî bir mu’cize değildir de nedir? Acaba bu fazilet, acaba bu lezzet, acaba bu Elmas Cevher, hangi telifatta vardır ki bu Elmas Cevher Nurlar, şimdiye kadar hangi zatın ağzından dökülmüştür? Ben de hapis değil, bu Elmas Cevher Nurlar için her an her dakika her fedakârlığı memnuniyetle kabul ederim. Benden sonra bu Elmas Cevher Nurlar yoluna evladım Emin de bütün hayatını sarf etmeye hazırdır.
 
İşte bu Elmas Cevher Nur’un ikinci kerametini ispat ile üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evladım, bu Elmas Cevher Nurlar için fedakârane ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini ispat ederim. Çünkü bu Elmas Cevher Nur’u okurken hepsi başıma toplandı. Onları sevdim ve birer çay verdim, bu Elmas Cevher Nur’u okumaya devam ettim. Hepsi birden “Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?” sordular. Ben de dedim: “Bu Elmas Cevher Nur’dur.” diye bunlara okumaya başladım. Onuncu Söz’ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı. Ben de bu Elmas Cevher Nur’u onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk oluyordu ve güzelleşiyordu. Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça hepsinde ayrı ayrı nurlu Said görüyordum.
 
Suallerinde “Nur hangisi, Cevher hangisi ve Elmas hangisi?” diye sorduklarında; “Evet Nur, bunu okumaktır. Bak sizde bir güzellik meydana geldi.” Onlar da birbirinin yüzüne baktılar, tasdik ettiler. “Ya Elmas nedir? Bu sözleri yazmaktır. O zaman, yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur.” Tasdik ettiler. “Ya Cevher nedir? İşte o da bu kitaptan aldığınız imandır.” Hepsi birden şehadet getirdiler. Bu sohbette üç dört saat geçmiş, bendeniz farkına varmadım.
 
İşte Elmas Cevher Nur budur, dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve “Bunu kim yazdı?” diyorlardı.
 
Âciz talebeniz
 
'''Şefik'''
 
([[Risale:28._Lem%27a#Elmas.2C_Cevher.2C_Nur|Lem'alar, 28. Lem'a]])
 
==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
 
Hem ezcümle '''Milaslı Şefik'''...
 
Isparta hapishanesinde iken, bir münasebetle bir selâm almıştım. Ben de selâm gönderdim. Sonra '''o zat''' memleketinin hapishanesine nakledilmiş, benim has kardaşlarımdan Halil İbrahim'e hemşerilik münasebetiyle gıyabî benimle sırf bir uhrevi dostluk tesis etmiştir. '''Bu zat''' hapishanede bulunduğu cihetle, mahpusların lüzumsuz faidesiz zamanlar veya gazeteler veya oyunlarla meşgul olmalarına mukabil, '''Şefik''', faideli ve menfaatli ve zararsız okunacak ve mahpusları da namaz ve hüsn-ü ahlâka sevk edecek risaleleri diyaneti ve hüsn-ü ahlâkı noktasında alırmış, okurmuş. Belki o zararsız, faideli risaleler içinde benim de bir risalem eline geçmiş olabilir.
 
"Acaba böyle ciddî bir hüsn-ü ahlâk sahibi dindar bir gencin benim ile bu kadar cüz'i bir münasebetini i'zam edip, en büyük vasıta-i nâşir-i efkarım olduğunu ve bende hiçbir cihetle bulunmayan ve bir emaresi görülmeyen gizli entrikalarıma vasıta göstermek ve benim mevhum cürmümden ona bir hisse vermeyi, elbette mahkemenin nazar-ı adaleti kabul etmez. Farz-ı muhal olarak benim entrikalarım bulunsa da, '''bu zat''' mahpus iken tek bir selâmımla nasıl o gizli fikrimi bilecek, iştirak edecek ve vasıta olacak? Böyle kıymettar gençleri ehemmiyetsiz bahanelerle çürütmeyi vicdan kabul etmez."
 
(Bediüzzaman'ın Eskişehir Mahkemesi Müdafaalarından)<ref name='c' />
 
==İlgili Resimler/Fotoğraflar==
 
==İlgili Maddeler==
 
==Kaynakça==

12.16, 16 Eylül 2022 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Şefik Sarıoğlu Milas ve havalisinde Halil İbrahim Çöllüoğlu ile beraber Risale-i Nur vasıtasıyla yıllarca iman ve Kur'an hizmetinde bulunmuş bir nur talebesidir. 1935'te Halil İbrahim Çöllüoğlu, İnce Mehmed, Manifaturacı Mehmed, Saatçi Hafız Mehmed, Marangoz Halil İbrahim, Hatip Hüseyin İbrahim, Molla Hüseyin, Kaputçu Mustafa ve Tahsildar Ali Rıza ile beraber adliyeye sevkedilmiş, Şefik dahil 8 Milaslı nur talebesi Eskişehir hapsine Üstad ile beraber girmiştir.[1][2] [3]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Şefik bey

Doğum Yeri ve Tarihi: Milas, 1321 (1905)[3]

Vefat Yeri ve Tarihi: 27 Ağustos 1954, Yatağan, Bozüyük[3]

Kabrinin Yeri: Milas[2]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Bediüzzaman ile Eskişehir hapishanesinde beraberdir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Elmas, Cevher, Nur

Bu Lem’a’nın başında İmam-ı Ali (ra) Risale-i Nur’a işaret ettiğinden, bir kardeşimiz heyecanlı bir iştiyakla Risale-i Nur’a, Elmas Cevher Nur ismini takıp tekrar ederek yazmıştı. Bu Lem’a’nın âhirinde derci münasip görüldü:

Takva dairesinde bulunan talebe deli de olsa, acaba Risale-i Nur’un ve kıymetli elmasın nurundan ayrılabilir mi? Öyle tahmin ederim ki Risale-i Nur’un bu âciz talebeniz kadar kerametini, faziletini, lezzetini yiyen, tatlı meyvesinden koparan nadirdir. Hem bu kadar âcizliğim ile beraber, Risale-i Nur’a hizmet edemediğim halde göstermiş olduğunuz teveccühe medyun-u şükranım. Binaenaleyh Risale-i Nur’dan bendeniz değil, hiçbir talebeniz o mübarek elmastan ve lezzetten ayrılamaz.

Affınıza mağruren Risale-i Nur’un bu defaki taharriyatında iki kerameti meydana aynen çıkmıştır: Hapishane içerisinde polis, jandarma ve gardiyanlar müthiş arama yaparken, o esnada hiç kimse görmeden, yedi sekiz yaşında, hemşiremin mahdumu, mektep çantasının içerisine Risale-i Nur’un nüshalarını koyarak alıp gitmiştir.

Arama, bendenizin odasında idi. Çocuk odaya geldi, odada telaş görünce, odanın bir tarafında ayrıca duran Risale-i Nurları çantasına koydu ve içerideki memurların hiçbirisi farkına varmadı, çocuğa da bir şey demediler. Fedakâr çocuk doğruca validesine gidiyor. “Dayımın daima bize okuduğu Risale-i Nurları getirdim. Bunları alacaklarmış. Ben onların haberi olmadan, onlar başka mektup, kitap karıştırırlarken aldım, çantama koydum. Bunları iyice bir yere koyunuz, muhafaza ediniz. Ben bunların okunmasını çok seviyorum. Dayım bize bunları okuyordu. O okurken ben başka bir halet kesbediyordum.” diye validesine söylüyor ve mektebine avdet ediyor. Bu sayede Elmas Cevher Nurlar ele geçmemiş oluyor.

Bu keramet değil de nedir? Kur’anî bir mu’cize değildir de nedir? Acaba bu fazilet, acaba bu lezzet, acaba bu Elmas Cevher, hangi telifatta vardır ki bu Elmas Cevher Nurlar, şimdiye kadar hangi zatın ağzından dökülmüştür? Ben de hapis değil, bu Elmas Cevher Nurlar için her an her dakika her fedakârlığı memnuniyetle kabul ederim. Benden sonra bu Elmas Cevher Nurlar yoluna evladım Emin de bütün hayatını sarf etmeye hazırdır.

İşte bu Elmas Cevher Nur’un ikinci kerametini ispat ile üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evladım, bu Elmas Cevher Nurlar için fedakârane ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini ispat ederim. Çünkü bu Elmas Cevher Nur’u okurken hepsi başıma toplandı. Onları sevdim ve birer çay verdim, bu Elmas Cevher Nur’u okumaya devam ettim. Hepsi birden “Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?” sordular. Ben de dedim: “Bu Elmas Cevher Nur’dur.” diye bunlara okumaya başladım. Onuncu Söz’ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı. Ben de bu Elmas Cevher Nur’u onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk oluyordu ve güzelleşiyordu. Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça hepsinde ayrı ayrı nurlu Said görüyordum.

Suallerinde “Nur hangisi, Cevher hangisi ve Elmas hangisi?” diye sorduklarında; “Evet Nur, bunu okumaktır. Bak sizde bir güzellik meydana geldi.” Onlar da birbirinin yüzüne baktılar, tasdik ettiler. “Ya Elmas nedir? Bu sözleri yazmaktır. O zaman, yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur.” Tasdik ettiler. “Ya Cevher nedir? İşte o da bu kitaptan aldığınız imandır.” Hepsi birden şehadet getirdiler. Bu sohbette üç dört saat geçmiş, bendeniz farkına varmadım.

İşte Elmas Cevher Nur budur, dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve “Bunu kim yazdı?” diyorlardı.

Âciz talebeniz

Şefik

(Lem'alar, 28. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Hem ezcümle Milaslı Şefik...

Isparta hapishanesinde iken, bir münasebetle bir selâm almıştım. Ben de selâm gönderdim. Sonra o zat memleketinin hapishanesine nakledilmiş, benim has kardaşlarımdan Halil İbrahim'e hemşerilik münasebetiyle gıyabî benimle sırf bir uhrevi dostluk tesis etmiştir. Bu zat hapishanede bulunduğu cihetle, mahpusların lüzumsuz faidesiz zamanlar veya gazeteler veya oyunlarla meşgul olmalarına mukabil, Şefik, faideli ve menfaatli ve zararsız okunacak ve mahpusları da namaz ve hüsn-ü ahlâka sevk edecek risaleleri diyaneti ve hüsn-ü ahlâkı noktasında alırmış, okurmuş. Belki o zararsız, faideli risaleler içinde benim de bir risalem eline geçmiş olabilir.

"Acaba böyle ciddî bir hüsn-ü ahlâk sahibi dindar bir gencin benim ile bu kadar cüz'i bir münasebetini i'zam edip, en büyük vasıta-i nâşir-i efkarım olduğunu ve bende hiçbir cihetle bulunmayan ve bir emaresi görülmeyen gizli entrikalarıma vasıta göstermek ve benim mevhum cürmümden ona bir hisse vermeyi, elbette mahkemenin nazar-ı adaleti kabul etmez. Farz-ı muhal olarak benim entrikalarım bulunsa da, bu zat mahpus iken tek bir selâmımla nasıl o gizli fikrimi bilecek, iştirak edecek ve vasıta olacak? Böyle kıymettar gençleri ehemmiyetsiz bahanelerle çürütmeyi vicdan kabul etmez."

(Bediüzzaman'ın Eskişehir Mahkemesi Müdafaalarından)[3]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]