İhlas 3

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: İhlas 2İhlas Suresiİhlas 4: Sonraki Ayet

Meali: 1-2-3-4- De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.

{Samed, hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan demektir.}

Kur'an'daki Yeri: 30. Cüz, 604. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Sonra kelâmların da:

Mesela قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ de altı cümle var. Üçü müsbet, üçü menfî. Altı mertebe-i tevhidi ispat etmekle beraber şirkin altı envaını reddeder. Her bir cümlesi öteki cümlelere hem delil olur hem netice olur. Çünkü her bir cümlenin iki manası var. Bir mana ile netice olur, bir mana ile de delil olur. Demek, Sure-i İhlas’ta otuz Sure-i İhlas kadar, muntazam, birbirini ispat eder delillerden mürekkeb sureler vardır.

Mesela قُلْ هُوَ اللّٰهُ لِاَنَّهُ اَحَدٌ ، لِاَنَّهُ صَمَدٌ ، لِاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ ، لِاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ ، لِاَنَّهُ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

Hem وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ ، لِاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ ، لِاَنَّهُ لَم يَلِدْ ، لِاَنَّهُ صَمَدٌ ، لِاَنَّهُ اَحَدٌ ، لِاَنَّهُ هُوَ اللّٰهُ

Hem هُوَ اللّٰهُ فَهُوَ اَحَدٌ ، فَهُوَ صَمَدٌ ، فَاِذًا لَمْ يَلِدْ ، فَاِذًا لَمْ يُولَدْ ، فَاِذًا لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

Daha sen buna göre kıyas et.

(25. Söz)


Kur’an-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin her bir tabakasına güya doğrudan doğruya o tabakaya hususi müteveccihtir, hitap ediyor.

Evet, bütün benî-Âdem’e bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nurani fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’an ise her nev’e, her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecata göre her biri, Kur’an’ın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır. Şu hakikatin çok numunelerini zikretmişiz. Onlara müracaat edilebilir. Yalnız burada bir iki cüzünün hem yalnız bir iki tabakasının hisse-i fehmine işaret ederiz:

Mesela

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: “Cenab-ı Hak, peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.”

Daha mutavassıt bir tabaka, şundan “İsa aleyhisselâmın ve melaikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin uluhiyetini nefyetmektir.” Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek, zahiren faydasız olduğundan belâgatta medar-ı fayda olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte cismaniyete mahsus veled ve validi nefyetmekten murad ise veled ve validi ve küfvü bulunanların nefy-i uluhiyetleridir ve mabud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki Sure-i İhlas herkese hem her vakit fayda verebilir.

Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: “Cenab-ı Hak mevcudata karşı tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir. Şerik ve muînden ve hemcinsten müberradır. Belki mevcudata karşı nisbeti, hallakıyettir. “Emr-i kün feyekûn” ile irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. İcabî ve ıztırarî ve sudûr-u gayr-ı ihtiyarî gibi münafî-i kemal her bir rabıtadan münezzehtir.”

Daha yüksek bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenab-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zatında, ne sıfâtında, ne ef’alinde naziri, küfvü, şebihi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız ef’alinde, şuununda teşbihi ifade eden mesel var: وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى

Bu tabakata; ârifîn tabakası, ehl-i aşk tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiplerini kıyas edebilirsin.

(25. Söz)


O Kur’an-ı Azîmüşşan nasıl bir bahr-i tevhiddir. Bir tek katre, misal için bir tek Sure-i İhlas, fakat kısa bir tek remzi, nihayetsiz rumuzundan.

Bütün enva-ı şirki reddeder hem de yedi enva-ı tevhidi eder ispat; üçü menfî, üçü müsbet şu altı cümlede birden:

Birinci cümle: قُلْ هُوَ karinesiz işarettir. Demek ıtlakla tayindir. O tayinde taayyün var. Ey

Lâ Hüve İllâ Hû…

Şu tevhid-i şuhuda bir işarettir. Hakikatbîn nazar tevhide müstağrak olursa der ki:

Lâ Meşhude İllâ Hû…

İkinci cümle: اَللّٰهُ اَحَدٌ dir ki tevhid-i uluhiyete tasrihtir. Hakikat, hak lisanı der ki:

Lâ Mabude İllâ Hû…

Üçüncü cümle: اَللّٰهُ الصَّمَدُ dir. İki cevher-i tevhide sadeftir. Birinci dürrü: Tevhid-i rububiyet. Evet, nizam-ı kevn lisanı der ki:

Lâ Hâlıka İllâ Hû…

İkinci dürrü: Tevhid-i kayyumiyet. Evet, serâser kâinatta, vücud ve hem bekada, müessire ihtiyaç lisanı der ki:

Lâ Kayyume İllâ Hû…

Dördüncü: لَمْ يَلِدْ dir. Bir tevhid-i celalî müstetirdir; enva-ı şirki reddeder, küfrü keser bîiştibah.

Yani tagayyür ya tenasül ya tecezzi eden elbet, ne Hâlık’tır ne Kayyum’dur ne İlah…

Veled fikri, tevellüd küfrünü لَمْ reddeder, birden keser atar. Şu şirktendir ki olmuştur beşer ekserisi gümrah…

Ki İsa (as) ya Üzeyr’in ya melaik ya ukûlün tevellüd şirki meydan alıyor nev-i beşerde gâh bâ-gâh…

Beşincisi: وَلَمْ يُولَدْ Bir tevhid-i sermedî işareti şöyledir: Vâcib, kadîm, ezelî olmazsa olmaz İlah…

Yani ya müddeten hâdis ise ya maddeden tevellüd ya bir asıldan münfasıl olsa elbette olmaz şu kâinata penah…

Esbab-perestî, nücum-perestlik, sanem-perestî, tabiat-perestlik şirkin birer nev’idir; dalalette birer çâh…

Altıncı: وَلَمْ يَكُنْ Bir tevhid-i câmi’dir. Ne zatında naziri ne ef’alinde şeriki ne sıfâtında şebihi لَمْ lafzına nazargâh…

Şu altı cümle manen birbirine netice hem birbirinin bürhanı, müselseldir berahin, mürettebdir netaic şu surede karargâh…

Demek şu Sure-i İhlas’ta, kendi miktar-ı kametinde müselsel hem müretteb otuz sure münderic; bu bunlara sehergâh…

(Risale:Lemeat_(Sözler)#Tevhidin_.C4.B0ki_B.C3.BCrhan-.C4.B1_Muazzam.C4.B1)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

مَٓا اُرٖيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُرٖيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتٖينُ

Şu âyet-i kerîmenin zahir manası çok tefsirlerin beyanına göre yüksek ifade-i i’caz-ı Kur’anîyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu. Kur’an’ın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek manalarından üç vechini icmalen beyan edeceğiz.

Birincisi: Cenab-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazen kendine isnad eder.

İşte burada da: “Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil sizden bir ecir ve ücret ve mükâfat, bir it’am istemez.” manasında “Ben sizi ibadet için halk etmişim, bana rızık vermek ve it’am etmek için değil.” mealindeki âyet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ait it’am ve irzakı murad etmek gerektir. Yoksa gayet bedihî bir malûmu i’lam kabîlinden olur, i’caz-ı Kur’an’ın belâgatına uygun gelmez.

İkinci Vecih: İnsan rızka çok müptela olduğu için rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerîme diyor ki: “Siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhte ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızık ve it’amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünkü Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz!”

Eğer bu mana olmazsa Cenab-ı Hakk’a rızık vermek ve it’am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan, i’lam-ı malûm kabîlinden olur. İlm-i belâgatta bir kaide-i mukarreredir ki: Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tabii muraddır. Mesela sen, birisine desen: “Sen hâfızsın.” O, malûmunu i’lam kabîlinden olur. Demek, maksud manası budur ki: “Ben senin hâfız olduğunu biliyorum.” Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.

İşte bu kaideye binaen, âyet Cenab-ı Hakk’a rızık vermeyi ve it’am etmeyi nefyetmekten kinaye olan mana şudur: “Bana ait olup ve rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evamirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir.”

Üçüncü Vecih: Sure-i İhlas’ta nasıl ki لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ zahir manası malûm ve bedihî olduğundan o mananın bir lâzımı muraddır. Yani “Valide ve veledi bulunanlar, ilah olamazlar.” manasında ve Hazret-i İsa (as) ve Üzeyr (as) ve melaike ve nücumların ve gayr-ı hak mabudların uluhiyetlerini nefyetmek kasdıyla, ezelî ve ebedî manasında Cenab-ı Hakk’ın لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ gayet bedihî ve malûm hükmettiği gibi aynen onun gibi bu misalimizde de “Rızık ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar.” manasında, Mabud’unuz olan Rezzak-ı Zülcelal sizden kendine rızık istemez ve siz onu it’am için yaratılmamışsınız mealindeki âyet; rızka muhtaç ve it’am edilen mevcudat, mabudiyete lâyık değiller, demektir.

Said Nursî

(28. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]