Rahman 33

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
18.06, 27 Temmuz 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 45965 numaralı sürüm
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Önceki Ayet: Rahman 32Rahman SuresiRahman 34: Sonraki Ayet

Meali: 33- Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.

Kur'an'daki Yeri: 27. Cüz, 531. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur’an-ı Kerîm, öyle i’cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bâhir üsluplarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki kâinatı titretir. Mesela:

Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız, meseline işaret eden

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ

âyetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et. Nasıl, ins ve cinnin gayet mağrurane temerrüdlerini, gayet mu’cizane bir belâgatla kırar. Aczlerini ilan eder. Saltanat-ı rububiyetin genişliği ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarını gösterir. Güya şu âyetle hem وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyetiyle böyle diyor ki:

“Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan’ın evamirine karşı geliyorsunuz ki yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal’e karşı mübareze ediyorsunuz ki öyle azametli mutî askerleri var, faraza şeytanlarınız dayanabilseler onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelal’in memleketinde isyan ediyorsunuz ki ibadından ve cünudundan öyleleri var ki değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şüvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler.”

Evet, Kur’an’da bazı mühim tahşidat vardır ki düşmanların kuvvetli olduğundan ileri gelmiyor. Belki haşmetin izharı ve düşman şenaatinin teşhiri gibi sebeplerden ileri geliyor.

(15. Söz)


Mesela, On Beşinci Söz’de ispat edilen şu misale bak:

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ

âyetlerini dinle bak ki ne diyor? Diyor ki: Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz haydi elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız! Nasıl cesaret edersiniz ki öyle bir Sultan’ın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler.

Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal’e karşı mübareze ediyorsunuz ki öyle azametli mutî askerleri var. Faraza şeytanlarınız dayanabilseler onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler.

Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelal’in memleketinde isyan ediyorsunuz ki cünudundan öyleleri var, değil sizin gibi küçük âciz mahluklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar.

Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillü yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler. Daha sair âyâtın manalarındaki kuvvet ve belâgatı ve ulviyet-i ifadesini bunlara kıyas et.

(25. Söz)


Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, nev-i beşeri itaate irşad, isyandan zecir ve men’etmek üzere kullandığı üslub-u âlîsine bak:

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ

Yani “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.”

Kur’an-ı Kerîm bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilan zımnında nida ediyor:

Ey insan-ı hakir, sağir, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı ezel’e isyan ediyorsun? Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahip olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun?

(Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki!

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا

âyetinde, semayı dünyaya izafe ile tavsif etmesi ve âhiret mukabilinde dünya olması ile, işaret eder ki; sema-i dünyadan başka altı tabaka semavat-ı âherler; berzahtan tâ cennete kadar olan başka âlemlere bakıyorlar. Ve şu görünen gökyüzü, bütün yıldızlarıyla ve tabakatıyla Allahü a'lem yalnız bu dünyanın seması olsa gerektir.

(Habbe, Mesnevi-i N. (Badıllı))


Ey وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشّيَاطِينِ âyetinin fehminde zihni darlaşan adam, bil ki! Şu âyetin semasına çıkmak için yedi basamaklı bir merdiven vardır.

Birinci Basamak: Evet, semavatın kendine münasib olan sekeneleri vardır; ve Melaike ismiyle tesmiye edilmişlerdir. Çünkü küre-i arzın, semaya nisbeten küçüklük ve hakaretiyle beraber, zevi-l hayat ve zevi-l idrâk ile dolu olması; elbette şu burçlar sahibi olan semavatın o müzeyyen kasırları, zevi-l idrâk ile dolu olduğuna işaret eder. Belki sarahat derecesinde gösterir.

Hem kâinatın şu göz önündeki tezyinat, mehasin ve nukuş ile süslendirilip tezyin edilmesi, bilbedahe hayret ve takdir, tefekkür ve istihsan edicilerin nazarlarını istilzam eder. Çünkü yemek, aç olana verildiği gibi, hüsün dahi ancak âşıka gösterilir. Halbuki ins ve cin, şu haşmetli nezaret ve vazifeye milyondan birisine de kâfi değildir. Öyle ise, şu vazifeyi görecek nihayetsiz enva-i melaike ve ruhaniyatın vücudları lâzımdır.

İkinci Basamak: Yerin, (küre-i Arzın) sema ile bir alâkadarlığı, muamelesi ve irtibatı vardır ki; semadan yere ziya, hararet, bereket ve saire gibi şeyler gelmektedir. Öyle ise, bir hads-i kat'î ile bilebiliriz ki; yerliler için de semaya çıkılacak bir yol vardır. Çünkü: Enbiya, evliya ve ruhanîler gibi ağırlıklarını bırakan veya cesedlerini çıkaranlar hiffet peyda ediyorlar.

Üçüncü Basamak: Semanın sükût ve sükûneti, intizam ve ittiradı delâlet eder ki; ahalisi arzın sâkinleri gibi değildir. Çünkü arzın ahalisinde eşrar, ahyara karıştığı; ve zıdlar birbiriyle ictima' ettikleri için, aralarındaki müşacere ve mübarezeden ızdırab, tezebzüb, ihtilaf ve imtihan düşmüştür. Fakat semada, bunlar olmadığından ahalisi mutidirler. Ne emrolunsa onu yaparlar.

Dördüncü Basamak: Malik-i Yevmiddîn ve Rabb-ül Âlemînin ahkâmı birbirine mütegayir esması vardır. Binaenaleyh, küffar ile saff-ı sahabe içinde muharebe etmek için melaikelerin inzalini iktiza eden hangi isim ise, aynı o isim, melaike ve şeyatin ortasında da muharebeyi iktiza eyler. Yani ahyar-ı semaviyyîn ile eşrar-ı aradîn arasında dahi mübareze kanununun varlığı iktiza eder.

Görmüyor musun ki; bir padişah-ı âlî, bir memurunun mükâfat veya mücazatını herkesin karşısında teşhir etmek veya bazı hizmetçilerinin ta'zimini ilan etmek için; onun şan-ı satveti ve ism-i haşmetinin iktizası olarak yalnız ilmiyle ve hâs telefonuyla onlarla muamele yapmıyor. Belki muhteşem bir meydan-ı mübareze ve bir imtihan-ı ulvi ve bir istikbal-i siyasî hazırlayarak, ahaliyi oraya tahşid etmesi için kendi vezirine emreder.

Beşinci Basamak: Ruhaniyatın eşrarı, ahyarlarını takliden semavat memleketine gitmeye teşebbüs etmeleri icab eder. Çünkü cismen letafetleri vardır. Fakat semavat ehli onları kabul etmemeleri, belki şeraretlerinden dolayı tardetmeleri lâzımdır.

Hem saltanat-ı Rububiyetin hikmetleri içinde şu mübareze-i maneviye ve muamele-i mühimmenin; âlem-i şehadette vazifesinin en mühimmi müşahede ve şehadet olan insanların işhadları için elbette bir alâmet ve işareti olacaktır.

Halbuki hâdisat-ı semaviye arasında şu mübareze-i ulviyenin ilanına; -yüksek burçlu kal'alardan atılan mancınıklara benzeyen bu- remy-i şehab'dan (şehapların atılması) daha ensebi görülmüyor. Hem sair hâdisata muhalif olarak, bütün ehl-i hakikatça meşhur ve meşhud olan şu hâdise-i semaviyenin hikmetine uygun diğer bir hikmet de görünmüyor.

Altıncı Basamak: Kur'an-ı Hakîm-i Mu'ciz-ül Beyan, gâlî bir üslub ve âlî temsiller ile beşeri hidayete irşad ve isyandan zecrediyor.

İşte:

يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ

âyetinin lisanından, saltanat-ı Rububiyetin vüs'atı yanında, ins ve cinnin ta'cizleri (âcizliklerini gösterme) ve ilan-ı aczleri hakkındaki inzara bak, gör! Güya der ki: "Ey âciz, hakir ve küçük insan! Güneşler, aylar ve yıldızların; hem dağ gibi, belki daha büyük güllelerle şeytanları recmedebilen melaikelerin itaat ettikleri bir Sultan-ı Zülcelal'e nasıl isyan edebiliyorsunuz? Ve nasıl bir sultanın memleketinde isyana cesaret edebiliyorsunuz ki, onun askerlerinden öyleleri vardır ki; sen kendi cevizini veya gülleni çevirip attığın gibi, düşmanların yüzüne arzınız büyüklüğündeki yıldızları yağdırabilecek kuvvet ve kudrettedir."

Yedinci Basamak: Yıldızların melek ve semek gibi nihayet derecede küçük ferdleri olduğu gibi, gayet büyük ferdleri dahi vardır.

Evet sema yüzünde her parlayan şey yıldızdır. İşte bu neviden bir kısmı; cevahirler, semereler veya balıklar gibi nazenin sema yüzünün zinetleridirler. Diğer bir kısmı ise, şeytanları tardetmek için atılan mancınıklar ki, onlarla şeytanlar recmedilirler. Veyahut âsilerin ihtilatından hoşlanmayan müteyakkız ve muti' cünudullahtan nöbettarların bulunduğuna işarettir. Yahut da, mübareze kanunu en geniş dairelerde de cereyan ettiğine bir remizdir.

وَ لِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ وَالْحِكْمَةُ الْقَاطِعَةُ

(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]