Al-i İmran 64

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
16.34, 7 Ağustos 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 46709 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Al-i İmran 63Al-i İmran SuresiAl-i İmran 65: Sonraki Ayet

Meali: 64- (Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.

Kur'an'daki Yeri: 3. Cüz, 57. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kur’an’ın şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor.

Evet Kur’an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’an’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.

Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’an’ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitap insanları Kur’an’ın يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki güya o hitap doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve يَا اَهْلَ الْكِتَابِ lafzı يَا اَهْلَ الْمَكْتَبِ manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَ بَيْنَكُمْ sayhasını âlemin aktarına savuruyor.

(25. Söz)


ﻭَﻟﺎَ ﻳَﺘَّﺨِﺬْ ﺑَﻌْﻀُﻨَﺎ ﺑَﻌْﻀًﺎ ﺍَﺭْﺑَﺎﺑًﺎ ﻣِﻦْ ﺩُﻭﻥِ ﺍﻟﻠَّﻪِ

Binler nüktesinden bir nükte: Sofiye meşrebinden kat'-ı nazar, İslâmiyet vasıtayı red, delili kabul; ve vesileyi nefiy, imamı isbat eder. Başka din, vasıtayı kabul eder. Bu sırra binaendir ki; Hristiyanda servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardır. İslâmiyette avam ise, servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur. Zîrâ zîrütbe, enaniyetli bir Hristiyan, ne derece dinde mütesallib ise, o derece mevkiini muhafaza ve enaniyetini okşar, kibrinde imtiyazından fedakârlık etmez. Belki kazanır.

Bir Müslim, ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hattâ izzet-i rütebinden fedakârlık etmek gerektir.

Öyle ise, kendini havass zanneden zalimlere, mazlumîn ve avamın hücumu ile; Hristiyanlık havass'ın tahakkümüne yardım ettiğinden parçalanabilir. İslâmiyet ise, dünyevî havastan ziyade avamın malı olduğundan, esasat itibariyle müteessir olmamak gerektir.

(Sünuhat)


S- Bazı nas, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mal ve etvarı pis tefsir ediliyor. Zîrâ bazısı ramazanı yer, rakı içer, namazı terkeder. Böyle, Allah'ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?

C- Evet, neam!.. Hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan, fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salahat ve mehareti, tabir-i âherle fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem'edenler vezaife kifayet etmezler. Öyle ise, ya meharettir veya salahattır. San'atta meharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değil, belki şûn Türklerdir. Genç Türklerin râfızîleridir. Her şeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehadır.

Ey Kürdler (ve Türkler!) İnsaf ediniz! Bir râfızî bir hadîse yanlış mânâ verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi, yoksa o râfızîyi tahtie ile namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzım gelir?. Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te'dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruâsında şahane serbest olsun.

ﻟﺎَ ﻳَﺠْﻌَﻞْ ﺑَﻌْﻀُﻜُﻢْ ﺑَﻌْﻀًﺎ ﺍَﺭْﺑَﺎﺑًﺎ ﻣِﻦْ ﺩُﻭﻥِ ﺍﻟﻠَّﻪِ

nehyinin sırrına mazhar olsun.

(Münazarat)


S- Halihazırdaki medeniyet sistemi, dinî cihada müsaade etmediği ve müsait olmadığı gibi ona fetva da vermiyor.. Bunun yanında dinî cihadı emreden İslâmiyetin hükümleriyle bunun arasında tatbikat nasıl olmalıdır?

C- Vakta ki medeniyet, gayr-i meşrû vesaiti tedafü' için, cihadı meşru sayıp ona fetva veriyor. O halde İslâm dini, bütün şeriatların tesbit edip emrettikleri dinî cihada nasıl müsaade etmeyecek ve teşvikte bulunmayacak?! Elbette dünyada rezail bulundukça, faziletin ona karşı cihad etmesi zaruridir. Demek ki cihad ebedîdir.

Hem sonra; bizim bulunduğumuz mekan ve mevki, bize yetecek kadar geniş olup dar gelmediği için; tecavüzün değil, tedafü'ün mevkiinde bulunmaktayız.

Hem bizim dinimizin esası da ona işaret ediyor ki; ﻟﺎَ ﺍِﻛْﺮَﺍﻩَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ve ﺗَﻌَﺎﻟَﻮْﺍ ﺍِﻟَﻰ ﻛَﻠِﻤَﺔٍ ﺳَﻮَٓﺍﺀٍ ﺑَﻴْﻨَﻨَﺎ ﻭَﺑَﻴْﻨَﻜُﻢْ ayetleri bizi tedafü' mevkiinde durdurmaktadır. Evet, ayetteki ﺗَﻌَﺎﻟَﻮْﺍ kelimesi, en ilk vazifemiz onları ittifaka davet olduğuna işaret etmektedir. Cihadî müdafaayı ancak sonra yapabiliriz.

(Teşhis-ül İllet, Asar-ı Bediiyye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]