Zümer 6

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
07.06, 18 Ağustos 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 48086 numaralı sürüm
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Önceki Ayet: Zümer 5Zümer SuresiZümer 7: Sonraki Ayet

Meali: 6- Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?

{Yaratılan "sekiz eş", erkeği ve dişisiyle birlikte, deve, sığır, koyun ve keçidir. "Üç karanlık" karın, döl yatağı ve çocuk kesesidir. "Çeşitli safhalar"la çocuğun ana rahmine düşmesinden doğumuna kadar geçirdiği dönemler ve gelişme kasdedilmektedir.}

Kur'an'daki Yeri: 23. Cüz, 458. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kur’an-ı Hakîm’in hakiki tercümesi kabil olmadığını Yirmi Beşinci Söz ispat etmiştir. Hem manevî i’cazındaki ulviyet-i üslup ise tercümeye gelmez. Manevî i’cazında olan ulviyet-i üslup cihetinden gelen zevk ve hakikati beyan ve ifham etmek pek müşkül. Fakat yolu göstermek için bir iki cihete işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan

وَمِنْ اٰيَاتِهٖ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ

وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ

يَخْلُقُكُمْ فٖى بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فٖى ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ فٖى سِتَّةِ اَيَّامٍ

يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ

لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ

يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ وَ هُوَ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

gibi âyetlerle, o derece hârika bir ulviyet-i üslup ve i’cazkârane bir cemiyet içinde hallakıyetin hakikatini hayale tasvir ediyor, gösteriyor ki:

“Sâni’-i âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiç ile yerlerine çakıyorsa; aynı çekiç ile aynı anda zerreleri yerlerine –mesela, zîhayatların göz bebeklerinde– yerleştiriyor. Semavatı hangi ölçü ile hangi manevî âlet ile tertip edip açıyorsa; aynı anda, aynı tertip ile gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir. Hem Sâni’-i Zülcelal manevî kudretin hangi manevî çekici ile yıldızları göklere çakıyorsa aynı o manevî çekiç ile beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zahirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor.” diye ifade eder.

Demek, o Sâni’-i Zülcelal iş başında… İşlerini hem göze hem kulağa göstermek için âyât-ı Kur’aniye ile bir çekici zerreye vuruyor; aynı âyetin diğer kelimesiyle, o çekici şemse vuruyor; merkezine çakar gibi ulvi üslup ile vahdaniyeti ayn-ı ehadiyet içinde ve nihayet celali nihayet cemal içinde ve nihayet azameti nihayet hafâ içinde ve nihayet vüs’ati nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti nihayet rahmet içinde ve nihayet bu’diyeti nihayet kurbiyet içinde gösterir. Muhal telakki edilen cem’-i ezdadın en uzak mertebesini, vâcib derecesindeki bir suretini ifade eder, ispat edip gösterir.

İşte bu tarz ifadesi ve üslubudur ki en hârika edibleri, belâgatına secde ettiriyor.

(29. Mektup)


“Fettahiyet” hakikatidir. Yani Fettah isminin tecellisiyle basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta bir anda, bir fiil ile açılmasıdır. Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı; çiçekler misillü, Fettah ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtaze kudret-i Fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de fakat daha mu’cizatlı olarak; zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi her birisine gayet sanatlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtaze vermiş.

يَخْلُقُكُمْ فٖى بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فٖى ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنَّا تُصْرَفُونَ

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَىْءٌ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَٓاءِ

هُوَ الَّذٖى يُصَوِّرُكُمْ فِى الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

âyetlerin ifadesiyle tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mu’cizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrar ile –birkaç suretlerde– Risaletü’n-Nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamı’nın Birinci Bab’ında altıncı ve yedinci mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden onlara havale edip burada bu kadar deriz ki:

Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve sanat var ki bir tek Vâhid-i Ehad’den ve her şeyde her şeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlak’tan başka hiçbir şey bu cem’iyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü bu feth-i suver fiili ise her yerde ve her anda bulunan nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise ancak bütün kâinatı idare eden bir tek zatta bulunabilir.

Evet mesela, mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı sanatla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikati; vahdaniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır. Çünkü ihata etmek bir vahdettir, şirke yer bırakmaz.

(7. Şua)


Sekiz Nev' Hayvanat-ı Mübareke Cennetten Ni'met Olarak İndirilmiş

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎََﻧْﻌَﺎﻡِ ﺛَﻤَﺎﻧِﻴَﺔَ ﺍَﺯْﻭَﺍﺝٍ ﻳَﺨْﻠُﻘُﻜُﻢْ ﻓِﻰ ﺑُﻄُﻮﻥِ ﺍُﻣَّﻬَﺎﺗِﻜُﻢ ﺧَﻠْﻘًﺎ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﺧَﻠْﻖٍ ﻓِﻰ ﻇُﻠُﻤَﺎﺕٍ ﺛَﻠﺎَﺙٍ

Âyeti

ﻭَﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ ﺍﻟْﺤَﺪِﻳﺪَ âyetinde beyan ettiğimiz nüktenin aynını tazammun edip, hem onu teyid ediyor, hem onunla teeyyüd ediyor.

Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan Sure-i Zümer'de ﻭَﺧَﻠَﻖَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎََﻧْﻌَﺎﻡِ ﺛَﻤَﺎﻧِﻴَﺔَ ﺍَﺯْﻭَﺍﺝٍ demeyip ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎََﻧْﻌَﺎﻡِ ﺛَﻤَﺎﻧِﻴَﺔَ ﺍَﺯْﻭَﺍﺝٍ demesiyle ifade ediyor ki; "Sekiz nev' hayvanat-ı mübarekeyi size hazine-i rahmetinden, güya Cennet'ten nimet olarak indirilmiş, gönderilmiş." Çünki o mübarek hayvanlar, bütün cihetleriyle, bütün beşere nimet olduğundan; saçından bedevilere seyyar haneler, elbiseler, etinden güzel yemekler, sütünden güzel, leziz taamlar ve derilerinden pabuçlar ve saire, hattâ gübreleri mezruatın erzakı ve insanların mahrukatı hükmünde olup, güya o mübarek hayvanlar tecessüm etmiş ayn-ı nimet ve rahmettirler.

Onun içindir ki, yağmura "rahmet" namı verildiği gibi, bu mübarek hayvanlara da "en'am" namı verilmiş. Güya rahmet tecessüm etmiş, yağmur olmuş; nimet de tecessüm etmiş, keçi, koyun, öküz ile manda ve deve şekillerini almış. Çendan cismanî maddeleri yerde halk olunuyor; fakat nimetiyet sıfatı ve rahîmiyet manası, maddesine tamamıyla galebe ettiğinden, ﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ tabiriyle, doğrudan doğruya bu mübarek hayvanları hazine-i rahmetin birer hediyesi olarak, Hâlık-ı Rahîm yüksek mertebe-i rahmetinden ve manevî, âlî Cennet'inden yeryüzüne indirmiş.

Evet nasılki bazan beş paralık bir maddede beş liralık bir san'at dercedilir. O zaman o şeyin maddesi nazara alınmıyor, san'at noktasında kıymet veriliyor. Sineğin küçücük maddesi ve içindeki pek büyük san'at-ı Rabbaniye gibi... Bazan beş liralık bir maddede beş kuruşluk bir san'at bulunur, o vakit hüküm maddenindir.

Aynen onun gibi, bazan cismanî bir maddede o kadar nimet ve rahmet manası bulunur ki, yüz defa maddesinden ziyade ehemmiyetli oluyor. Âdeta cismanî maddesi gizlenir; hüküm, nimetiyet cihetine bakar. İşte demirin pek azîm menafi'i ve çok semereleri onun maddî maddesini gizlediği gibi; mezkûr bu mübarek hayvanların dahi her cüz'ünde nimet bulunması, onların cismanî maddelerini güya nimete kalbettirmiş. Onun içindir ki, cismanî maddelerin hükmü nazara alınmadan, manevî sıfatları nazara alınmış, ﻭَﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ، ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ tabir edilmiştir.

Evet ﻭَﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ، ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ hakikat itibariyle sâbık nükteyi ifade ettikleri gibi, belâgat noktasında da ehemmiyetli bir manayı mu'cizane ifade ediyorlar. Şöyle ki:

Demir gayet sert fıtratıyla ve gizliliği ve derinliğiyle beraber, her yerde hazır bulunmak ve hamur gibi yumuşatmak hâsiyetini ihsan ettiğinden, herkes, her yerde, her işte kolayca elde etmesini ifade etmek için

ﺍَﻧْﺰَﻟْﻨَﺎ ﺍﻟْﺤَﺪِﻳﺪَ tabiriyle güya fıtrî ve semavî nimetler gibi, demir âletlerini yukarı bir tezgahtan indirip beşerin ellerine verilmiş gibi kolaylıkla elde ediliyor.

Hem hayvanat cinsinden, sivrisinekten tut, tâ yılan, akrep, kurt, arslana kadar insanlara zararlı vaziyetleriyle beraber; hayvanatın mühimlerinden olan koca manda ve öküz ve deve gibi büyük mahlukat gayet derece müsahhar, muti', hattâ zaîf bir çocuğa deve yularını verip itaat etmek manasını ifade için ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎَﻧْﻌَﺎﻡِ ﺛَﻤَﺎﻧِﻴَﺔَ tabiriyle, güya bu mübarek hayvanlar dünya hayvanları değil ki, içinde tevahhuş ve zarar bulunsun. Belki manevî bir Cennet'in hayvanları gibi menfaatdar, zararsızdırlar. Yukarıdan yani rahmet hazinesinden indirilmiştir, diye ifade ediyor. Muhtemeldir ki, bazı müfessirlerin bu hayvanlar hakkında "Cennet'ten indirilmiştir" dedikleri, bu manadan ileri gelmiştir. (Haşiye[1])

Kur'an-ı Hakîm'in bir harfi için bir sahife yazılsa, uzun olmuş denilmemeli. Çünki kelâmullahtır. Onun için ﺍَﻧْﺰَﻝَ tabiri için iki-üç sahife yazılmakla israf edilmiş olmaz. Bazan Kur'anın bir harfi, bir hazine-i maneviyenin anahtarı olur.

Said-ün Nursî

(Latif Nükteler)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Bazı müfessirler, "Mebde'leri semavattan gelmişler" demelerinden muradları şudur ki: Bu en'am denilen hayvanatın bekaları rızık iledir ve rızıkları ottur, otların rızkı da yağmurdur. Yağmur ki âb-ı hayattır ve rahmettir. Ve rızık da semavattan gelir, ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﺎﺀِ ﺭِﺯْﻗُﻜُﻢْ âyeti buna da işaret eder. Madem o hayvanların devam eden müteceddid vücudları, semavattan gelen yağmur içindedir; semadan indirilmiş manasını ifade eden ﺍَﻧْﺰَﻝَ tabiri yerindedir.