Risale:Deva-ül Ye's (Asar-ı Bediiyye): Revizyonlar arasındaki fark
Değişiklik özeti yok |
|||
14. satır: | 14. satır: | ||
==Bundan Yedi Sene Evvel Bir Risaleme Yazdığım Bir Zeyldir== | ==Bundan Yedi Sene Evvel Bir Risaleme Yazdığım Bir Zeyldir== | ||
[[Risale: | [[Risale:Asar-ı Bediiyye (Ayet-Hadis Mealleri)#107|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] | ||
[[Risale: | [[Risale:Asar-ı Bediiyye (Ayet-Hadis Mealleri)#108|{{Arabi|اَلْحَمْدُ للّٰهِ الَّذٖى قَالَ وَ لَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَ الصَّلَاةُ عَلٰى مُحَمَّدٍ ۨالَّذٖى قَالَ: مَنْ قَالَ هَلَكَ النَّاسُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ اَهْلَكَهُمْ... اَمَّا بَعْد}}]] | ||
Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru' evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet'e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. | Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru' evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet'e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. | ||
96. satır: | 96. satır: | ||
==Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi bir temsil ile beyan edeceğim== | ==Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi bir temsil ile beyan edeceğim== | ||
Felekzede, perişan[*<ref>Demek [[Risale: | Felekzede, perişan[*<ref>Demek [[Risale:Asar-ı Bediiyye (Ayet-Hadis Mealleri)#109|{{Arabi|ﺍَﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﺳِﺠْﻦُ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻦِ ﻭَ ﺟَﻨَّﺔُ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮِ}}]] mecaz değilmiş. (Müellif)</ref>] fakat asîl bir aşiretten bir cesur adam ile; tâli'i yaver, feleği müsaid, diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahare, münazara başlar. | ||
Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür, eyvah! O vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'alim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip, veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisab eder. | Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür, eyvah! O vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'alim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip, veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisab eder. | ||
108. satır: | 108. satır: | ||
Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin za'fı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet, suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse, kaziye bilakis olur. Nasıl şimdiye kadar -bidayetinde söylenildiği gibi- nerede müslüman varsa, hristiyana nisbeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırab çeker: Suret değişse başkalaşır. | Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin za'fı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet, suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse, kaziye bilakis olur. Nasıl şimdiye kadar -bidayetinde söylenildiği gibi- nerede müslüman varsa, hristiyana nisbeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırab çeker: Suret değişse başkalaşır. | ||
[[Risale: | [[Risale:Asar-ı Bediiyye (Ayet-Hadis Mealleri)#110|{{Arabi|كُلُّ اٰتٍ قَرٖيبٌ}}]] | ||
[[İnşirah 6|{{Arabi|ﺍِﻥَّ ﻣَﻊَ ﺍﻟْﻌُﺴْﺮِ ﻳُﺴْﺮًﺍ}}]] | [[İnşirah 6|{{Arabi|ﺍِﻥَّ ﻣَﻊَ ﺍﻟْﻌُﺴْﺮِ ﻳُﺴْﺮًﺍ}}]] |
17.59, 14 Temmuz 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli
Önceki Risale: Sünûhât ← Âsâr-ı Bediiyye → Muhakemât: Sonraki Risale
ﺩﻭﺍﺀ ﺍﻟﻴﺎﺱ
Müellifi
Bediüzzaman Said-i Nursî
Not: Bu küçük risale, Hicri 1330, Rumi 1328, Miladi 1912 de ikinci tab'ı yapılan Arabî "Hutbe-i Şamiye" eserinin ikinci zeyli olarak İstanbul'da "Matbaa-i Ebuzziya" da tab' edilmişken, bilâhere 1338 Hicri, 1336 Rumi ve 1920 Miladi tarihinde "Evkaf-ı İslâmiye" matbaasında tab' edilen "Sünûhât" kitabının âhirinde yeniden Arabçalarıyla beraber tab' edilmişlerdir. (Naşir)
Bundan Yedi Sene Evvel Bir Risaleme Yazdığım Bir Zeyldir[değiştir]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru' evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet'e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder.
Diyanetsizliğe veya lâübaliliğe veya Hristiyanlığa temayüle veya İslâmiyet'ten şübhe ile soğutmaya bir kapı açmak ister.[*[1]]
İşte o desise şudur: "Ey Müslüman bak! Nerede bir müslim varsa binnisbe fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek?.. ilâ âhir."
Ben de derim ki:
-Ey Müslüman!
Biri maddî, biri manevî Avrupa rüchanının iki sebebinin şu netice-i müdhişiyle; o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet'ten elini gevşetme, dört el ile sarıl. Yoksa mahvolursun.Evet biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır. Biri maddî, biri manevîdir.
Birinci Sebeb:
Umum Hristiyanın kilisesi ve maden-i hayatı olan Avrupa'nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zîrâ dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir.
Evet Avrupa, küre-i zeminin hums-i öşrü iken, nev-i beşerin bir rub'unu letafet-i fıtriyesi ile kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki; efrad-ı kesîrenin içtima'ı, ihtiyacâtı intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hacât, zeminin kuvve-i nâbitesine sıkışmaz.
İşte şu noktadan, ihtiyaç san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip talime başlarlar.
Evet fikr-i san'at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. Avrupa'nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale, içinde dolaşması sebebiyle; tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaîyi intac ettikleri gibi; temas dahi telahuk-u efkârı, rekabet de müsabakatı tevlid ederler. Ve bütün sanayiin maderi olan demir madeni kesretle içinde bulunduğundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silâh-ı kuvvet vermiştir ki, dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetleri gasb ve garat edip, gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin müvazenesini bozdu.
Hem de herşeyi geç almak, geç bırakmak şanında olan bürudet-i mu'tedilane, sa'ylerine sebat ve metanet verip, medeniyetlerini idame etmiştir. Hem de ilme istinad ile devletlerinin teşekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddarane istibdadlarının iz'acatı, engizisyonane taassublarının aks-ül amel yapan tazyikatı, mütevazî unsurlarının rekabetle müsabakatı; Avrupalıların isti'dadlarını inkişaf ettirip, mezaya ve fikr-i milliyeti uyandırdı.
İkinci Sebeb:
Nokta-i istinaddır. Evet herbir Hristiyan başını kaldırıp müteselsil ve mütedâhil maksadların birine el atsa, arkasına bakar ki; istinad edecek, kuvve-i manevîsine daima imdad edip hayat verecek gayet kavî bir nokta-i istinad görür. Hattâ en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur.
İşte o nokta-i istinad, her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının uruk-u hayatına kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit amade; ve dessas medenî engizisyon taassubu ile, maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuş bir müsellah kitlenin kışlası veya büyük kilisesi olan Avrupa'nın medeniyetidir.
Görülmüyor mu ki; en hürriyetperver maskesini takan, (İ.G.) (ilk baskı: "En hürriyetperverleri olan İngiliz") elini uzatıp arıyor. Nerede Hristiyan bulsa, hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Ertuşî. İşte Lübnan, Havran. İşte Mal-Sur ve Arnavut. İşte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir...
Elhasıl:
Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meşhurdur ki, biri demiş: "Eğer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım." Bu faraziyede acib bir nokta vardır. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir.
Ey ehl-i İslâm! İşte küre-i zemin gibi ağır ve âlem-i İslâmiyet'e çökmüş olan masaib ve devahiye karşı nokta-i istinadımız: Muhabbet ile ittihadı, mârifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü emreden nokta-i İslâmiyettir.
Bak, âlem-i İslâmın şu büyük dairenin nokta-i uzmasından tut, ta en küçük dairenin -meselâ medrese talebelerinin- birer ukde-i hayatiyesi vardır. Heyet-i içtimaiyenin efrad ve revabıtı birbirine istinadı gibi, o ukdeler dahi birbirine merbut, müteselsilen o nokta-i uzmaya müsteniddirler. Demek bütün o ukde-i hayatiyelerini -boğmak değil-, belki tenebbüh ve neşvünema vermekle İslâm tenebbüh edip, terakkiye başlayabilir.
Yoksa biri: Avrupa'nın mehasinini mesavimizle ve telahuk-u efkârının semeratı, bizim bir şahsın semere-i sa'yi ile insafsızca, aldatıcı cerbeze ile müvazene etmekle, (ilk baskı; müvazene ettiğinden) [*[2]]
Avrupa'ya şedid bir meftuniyet ve milletine karşı amîk bir nefret hissiyle; kendini Avrupa'nın veled-i nâmeşrû'u gösterdiği gibi; (ilk baskı: "veled-i nameşru göstermek...") fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrib ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namusşikenane ile kendi firavuniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâm'a düşmanlığını göstermekle beraber; (İlk baskı: "düşmanlığını göstermek ve") firavuniyet, enaniyet, gurur hükmü ile milletine karşı şer'an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-i ihtiram yerine meyelan-ı techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-i infiradî ikame edip; hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden (ilk baskı: "asılsızlığını göstermek") nazar-ı hakikatta öyle bir cani ve menfur olur ki; meselâ birisi Paris'te sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği bir libası, câmide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve caniyanede bulunur. Zîrâ hamiyet ise; muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.
Mutaassıblara hücum eden Avrupa'nın kâselisleri herbiri yüz mutaassıb kadar meslek-i sakîminde mutaassıbdır. Bunlardan birisi Şekspir medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh-i Geylanî (K.S) medhinde etse idi, tekfir olunacaktı.
Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?!.
Esefa! Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete getiren çok ukde-i hayatiyelerden; bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat, bahusus şâirane, müfritane, edebşikenane, hodpesendane olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir.
ﻭَ ﻟﺎَ ﻳَﻐْﺘَﺐْ ﺑَﻌْﻀُﻜُﻢْ ﺑَﻌْﻀًﺎ
te'dib-i hakikiye karşı edebsizliktir ki, birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyet'e karşı olan ta'rizat-ı zımniyelerini o kâselislerin yüzlerine çarpmakla beraber, onların birbirine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri ise, kimbilir belki müstehaktırlar düşünüp, deyip geçmek ile iktifa ederiz.
Ben zannederim ki; bu milletin perişaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir. Bence en müdhiş maraz asabîliktir. Zîrâ herşeyi haddinden geçirmekle, aks-ül amel yaptırır.
Ey birader! Âlem-i Hristiyanın rüchanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır. Başka kitabda tafsil etmişim.
Bir hikâye: Bundan On Sene[*[3]] Evvel Tiflis'e Gittim[değiştir]
Şeyh San’an Tepesi’ne çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: -Niye böyle dikkat ediyorsun? Dedim: -Medresemin plânını yapıyorum. Dedi: -Nerelisin? -Bitlis'liyim dedim. Dedi: -Bu Tiflis'tir. Dedim: -Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir. Dedi: -Ne demek? Dedim: -Asya'da, âlem-i İslâm'da üç nur, birbiri arka sıra inkişafa başlıyor, sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişa'a başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım. Dedi:
-Heyhat! Şaşarım senin ümidine.
Dedim:
-Ben de şaşarım senin aklına. (ilk baskı: "vay senin aklına") Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.
Dedi:-İslâm parça parça olmuş.
Dedim:
-Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm'ın müstaid bir veledidir, İngiliz mekteb-i i'dadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm'ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm'ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor, ilâ âhir.
Yahu şu asilzade evlâd, şehâdetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle; kader-i ezelînin nazarında (ilk baskı: "kader-i ezelîye karşı") feleğin inadına, nev'-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir. İşte hikâyemin yarısı bu kadar.
Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi bir temsil ile beyan edeceğim[değiştir]
Felekzede, perişan[*[4]] fakat asîl bir aşiretten bir cesur adam ile; tâli'i yaver, feleği müsaid, diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahare, münazara başlar.
Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür, eyvah! O vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'alim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip, veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisab eder.
İkinci adam başını kaldırdıkça, aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartırır, nefsine bakar gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî, fikr-i milliyet uyanır; "Aşiretime kurban olayım" der.
Eğer bu temsilin remzini anladınsa, şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette, bir müslim -meselâ- bir Hristiyan veya bir Kürd, bir Rum ile (ilk baskıda: "bir Müslim veya bir Kürd, mesela bir Hristiyan...") manen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve müvazene ile tezahür etse, temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.
Ey Müslüman!
Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin za'fı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet, suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse, kaziye bilakis olur. Nasıl şimdiye kadar -bidayetinde söylenildiği gibi- nerede müslüman varsa, hristiyana nisbeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırab çeker: Suret değişse başkalaşır.
Said-i Nursî (R.A.)
Önceki Risale: Sünûhât ← Âsâr-ı Bediiyye → Muhakemât: Sonraki Risale
- ↑ Şu risalede beni belki ehl-i tefrit zannedeceksiniz. Lakin benim karşımda ve zihnen onlara hitap ettiğim adamları görseniz, onların ifratları derecesinden onlara göre de bir nisbetinde tefritte bulunmuşum görürsünüz. (Müellif)
- ↑ Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyet'in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir. (Müellif)
- ↑ Bu kitabın birinci tab'ından yedi sene geçmiştir. Demek on sene evvel. (Rumi 1326 m.1910'da) (Müellif)
- ↑ Demek ﺍَﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﺳِﺠْﻦُ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻦِ ﻭَ ﺟَﻨَّﺔُ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮِ mecaz değilmiş. (Müellif)