Fussilet 11: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 5 değişikliği gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Fussilet Suresi]]
[[Kategori:Fussilet Suresi]]
[[Kategori:Reşhalar'da (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Mesnevi-i Nuriye'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Hizb-ül Kur'an Ayetleri]]
[[Kategori:Asar-ı Bediyye'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Onuncu Risale'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Mesnevi-i Nuriye'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:İşarat-ül İ'caz'da Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Risale-i Nur'da Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Risale-i Nur'da Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Sözler'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Sözler'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:25. Söz'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:25. Söz'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:1. Söz'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Hizb-ül Kur'an Ayetleri]]
[[Kategori:Hizb-ül Kur'an Ayetleri]]
[[Kategori:Fussilet Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri]]
[[Kategori:Fussilet Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri]]
57. satır: 63. satır:


([[Risale:25._Söz#.C4.B0kinci_.C5.9Eulenin_.C3.9C.C3.A7.C3.BCnc.C3.BC_Nuru|25. Söz]])
([[Risale:25._Söz#.C4.B0kinci_.C5.9Eulenin_.C3.9C.C3.A7.C3.BCnc.C3.BC_Nuru|25. Söz]])
----
Kur’an başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren; mütekellim, muhatap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; kāiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.
Evet mesela, o kelâm emir veya nehiy olursa irade ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezauf ediyor. Mesela, Kur’an’ın [[Hud 44|{{Arabi|يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى}}]] âyetiyle, sema ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yüksek ve kat’î irade ve kudret ile derhal semaî sehab çekilir, arz da suyunu yutar.
Ve keza arz ve semaya [[Fussilet 11|{{Arabi|اِئْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا}}]] âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat insanların camidata verdikleri emirler, mütekellimindeki irade ve kudretin zafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.
([[Risale:Onuncu_Risale#Beşinci_Katre|Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye]])
----
İşaret:
Nizam-ı hilkat-ı âlem denilen şeriat-ı fıtriye-i İlahiye; mevlevî gibi cezbe tutan meczub ve misafir olan küre-i arza; güneşe iktida eden safbeste yıldızların safında durup itaât etmesini farz ve vâcib kılmıştır. Zîrâ zemin, zevci sema ile beraber [[Fussilet 11|{{Arabi|ﺍَﺗَﻴْﻨَﺎ ﻃَﺎﺋِﻌِﻴﻦَ}}]] demişlerdir. Taat ise, cemaat ile daha efdal ve daha ahsendir.
([[Risale:Muhakemat_(Asar-ı_Bediiyye)#Birinci_Mes'ele|Muhakemat]])
----
Uzağa gitmek istemiyorsan, bu makalenin bir parça mâkabline nazar et; bu mes'eleye nümune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: "Âyâtın delail-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşâfı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir." Veyahut makale-i ûlâda olan mes'ele-i ûlânın hâtimesindeki işarete bak! İşte: "Hilkat denilen şeriat-ı fıtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki; Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzûz etmemek.. Zîrâ zemin zevciyle beraber [[Fussilet 11|{{Arabi|ﺍَﺗَﻴْﻨَﺎ ﻃَﺎﺋِﻌِﻴﻦَ}}]] demişlerdir. Taat ise, cemaatle daha ahsendir.
([[Risale:Muhakemat_(Asar-ı_Bediiyye)#Beşinci_Mes'ele_2|Muhakemat]])
----
Kelamın tabakalarını tavsif makamı hakkında "Temsil" misallleri
22-
[[Fussilet 11|{{Arabi|ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَي السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَنٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ اءْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَلَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِعِينَ}}]]
Fussilet, 41/11
23-
[[Hud 44|{{Arabi|وَقِيلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَعِي مَٓائَكِ وَيَا سَمَٓاءِ اَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَي الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّلِمِينَ}}]]
Hûd, 11/44
24-
[[İbrahim 24|{{Arabi|اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِ}}]]
[[İbrahim 25|{{Arabi|تُؤْتِيٓ اُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا}}]]
İbrahim, 14/24-25
25-
[[İbrahim 26|{{Arabi|وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ ۨاجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَا}}]]رٍ
İbrahim, 14/26
Ve bu mevzu'da şiirden bir örnek:
{{Arabi|وَالَّيْلُ تَجْر۪ى الدَّرَارِيُّ فٖي مَجَّرَتِهِ، كَالَرَوْضِ تَطْفُو عَلٰي نَهْرِ اَزَاهٖيرِهِ}}
İbn-i Nebih-ı Mısrînindir, Eyyûbîlerin medhinde söylemiş."
Kısacık birer mealleri
(Yirmibeşinci Sözdeki meallerini alıyoruz)
22- [... Sonra Semavatın ilk teşekkülünde, henüz duhan halinde iken, Cenab-ı Hak Teala Semaya, yani Arş-ı Rububiyetine çıkıp istiva eyledi.. ve sema ile arza: ["Ya arz, ya sema, ister istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz! ademden çıkıp, vücutta meşhergah-ı sanatıma geliniz!" dedi. Onlarda: "Biz kemal-i itaatla geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi senin kuvvetinle göreceğiz."]
23- [Şu ayetin bahr-i belagatından bir katreye işaret için bir ûslûbunu bir temsil ayinesinde göstereceğiz. Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateş eden bir ordusuna: "Ateşkes!" ve hucüm eden diğer bir ordusuna: "Dur!" der, emreder.. O anda ateş kesilir, hucûm durur; "İş bitti, istila ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde, yüksek kalelerinin başına dikildi. Esfel-i safiline giden o edepsiz zalimler cezalarını buldular" der.
Aynen öylede: Padişah-ı bîmisal, Kavm-i Nuhun mahvi için Semavat ve Arza emir vermiş.. vazifelerini yaptıktan sonra, ferman ediyor: "Ey arz, suyunu yut! Ey sema, dur! işin bitti. Su çekildi, dağın başında memur-u ilahînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular.]
24- (Normal mealler) [Görmez misin ki; Cenab-ı Hakîm-ı mutlak olan Allah, nasıl darb-i meselleri getirir ki; bir kelime-i tayyibe, bir şecere-i tayyibe gibi olup, bu ağacın kök ve damarları yerde, toprakta sabit, dal ve budaklarıda semavattadır. İşte o şecere-i teyyibe gibi olan o kelime, Rabbimizin izniyle her an yenilecek meyveleri veriyor.
25- [Amma kelime-i habisenin meseli, temsili ise; habis, zararlı meyveler veren bir ağaç gibidir ki; kökü toprakta sabit değil, hafif bir rüzgar dahi uçura bilecek kadar ehven bir vaziyettedir.]
([[Risale:Bakara_17-18:_Münafıklar_Hakkında_Ateş_Temsili_(İ.İ._Badıllı)#Kelamın_tabakalarını_tavsif_makamı_hakkında_"Temsil"_misallleri|İşaratül İ'caz (Badıllı)]])
----
Binaenaleyh, kelâm eğer emir ve nehy ise, elbette mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun edecek ve ona göre kuvvet ve ulviyeti de tezauf edecektir. Evet bir fuzulînin, temennînin ebatılinden, arzusundan neş'et eden gayr-ı mesmu' (kale alınmayan) suret-i emri nerede? Ve kudret ve iradeyi mutazammın olan hakikî ve nâfiz bir emir nerede?
İşte bak:
[[Hud 44|{{Arabi|يَا اَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِي}}]]
[[Fussilet 11|{{Arabi|فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ اءْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَالَتَا اَتَيْنَا طَائِعِينَ}}]]
Yani (birinci âyette) "Ey arz! Suyunu yut! Ey sema, yağmurunu kes! ilh..." (İkinci âyette:) "Cenab-ı Kadir-i Kayyum, semavat ve zemine; ister istemez emrime râm olunuz" dedi. Onlar da "Semi'na ve ata'na emrinize hazırız" dediler olan emr-i İlahîsi nerede?!. ve beşerin cemadata karşı mecnunların hezeyanvarî bir surette
{{Arabi|اُسْكُنِي يَا اَرْضُ وَانْشَقِّي يَا سَمَاءُ وَ قُومِي اَيَّتُهَا الْقِيَامَةُ}}
olan fuzuliyane hitabı nerede?
Hem büyük bir ordu emrine münkad bir kumandanın 'Arş' emriyle o orduyu Allah'ın düşmanlarına hücum ettirmesi nerede? Ve şu emir, ne kendisine ve ne de emrine hiç ehemmiyet verilmeyen hakir bir neferden sudûr etmesi nerede?!.
Evet, bak
[[Yasin 82|{{Arabi|اِذَا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ}}]]
nun irade-i ezeliye-i nafizesi nerede?. Beşer kelâmı nerede?!.
Hem hakikî bir malikin ve hükmü nafiz, emri müessir bir âmirin tasviri ve iş başında bir saniin ve ihsanını dağıtmakta olan bir muhsinin beyanı ki, san'atını yaparken ve ihsanını dağıtırken yaptığı fiillerini tasvir edip göstermek istediğinde: "İşte bunu, şunun için yaptım ve bunları şunlar için yapacağım" demesi nerede?!.
Evet, şu hakikatın tavsif ve beyanı için gelecek âyâta bak:
[[Kaf 6|{{Arabi|اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلَي السَّمَاءِ فَوْقَهُم كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَ زَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ}}]]
[[Kaf 7|{{Arabi|وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَ اَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَ اَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ}}]]
[[Kaf 9|{{Arabi|وَ نَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَاَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاةٍ وَ حَبَّ الْحَصِيدِ}}]]
[[Kaf 10|{{Arabi|وَالنَّخْلَ بَاسِقَاةٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ}}]]
[[Kaf 11|{{Arabi|رِزْقًا لِلْعِبَادِ وَ اَوْحَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ}}]]
ye dikkat et!.. Ve sonra, söylediği sözler, işleriyle hiç teması olmayan bir fuzulînin aynı o fiilleri tasvir etmesi nerede?
([[Risale:14._Reşha_(Mesnevi_Badıllı)#ALTINCI_KATRE|14. Reşha, Mesnevi-i N. (Badıllı)]])


==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==


==İlgili Maddeler==
==İlgili Maddeler==

11.50, 2 Ağustos 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Önceki Ayet: Fussilet 10Fussilet SuresiFussilet 12: Sonraki Ayet

Meali: 11- Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.

{Cenab-ı Hakk'ın "yer ve gökten istediği", her ikisinin de kendilerine yüklenen görevlerin gereğini yerine getirmeleridir.}

Kur'an'daki Yeri: 24. Cüz, 476. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Mebahisindeki câmiiyet-i hârikadır.

Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı kâinat’ın, arz ve semavatın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebahis-i külliyelerini cem’etmekle beraber nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdabından tut, tâ kaza ve kader mebhaslarına kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ

وَالْمُرْسَلَاتِ

وَالذَّارِيَاتِ

kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar;

وَمَا تَشَٓاؤُنَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ

يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ

işaratıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ yani bütün semavatı bir kabzasında tutmasına kadar; وَجَعَلْنَا فٖيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخٖيلٍ وَاَعْنَابٍ zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semanın ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِىَ دُخَانٌ haletindeki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ Tufana, tâ kavm-i Firavun’un garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisatına kadar; ve اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ işaret ettiği hâdise-i ezeliyeden tut, tâ

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ

اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebahis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan ve zemin bir bahçe ve sema, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temaşa eden ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuunatın iki tarafı birleşmiş, ittisal peyda etmiş bir surette bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zat-ı Zülcelal’e yakışır bir tarz-ı beyandır.

(25. Söz)


Şudur ki: Kur’an, başka kelâmlarla kabil-i kıyas olamaz. Çünkü kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemal cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim, biri muhatap, biri maksat, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise sözde “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?” ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Madem kelâm kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır. Kur’an’ın menbaına dikkat edilse Kur’an’ın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır.

Evet, madem kelâm mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukavemetsûz olur; maddî elektrik gibi tesir eder, kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezayüd eder.

Mesela يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى yani “Yâ arz! Vazifen bitti, suyunu yut. Yâ sema! Hâcet kalmadı, yağmuru kes.”

Mesela فَقَالَ لَهَا وَ لِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَالَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِعٖينَ yani “Yâ arz! Yâ sema! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp vücudda meşhergâh-ı sanatıma geliniz.” dedi. Onlar da: “Biz kemal-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi senin kuvvetinle göreceğiz.”

İşte kuvvet ve iradeyi tazammun eden hakiki ve nâfiz şu emirlerin kuvvet ve ulviyetine bak. Sonra insanların اُسْكُنٖى يَا اَرْضُ وَانْشَقّٖى يَا سَمَاءُ وَقُومٖى اَيَّتُهَا الْقِيَامَةُ gibi suret-i emirde cemadata hezeyanvari muhaveresi, hiç o iki emre kabil-i kıyas olabilir mi? Evet, temenniden neş’et eden arzular ve o arzulardan neş’et eden fuzuliyane emirler nerede? Hakikat-i âmiriyetle muttasıf bir âmirin iş başında hakikat-i emri nerede? Evet, emri nâfiz büyük bir âmirin mutî ve büyük bir ordusuna “Arş!” emri nerede? Ve şöyle bir emir, âdi bir neferden işitilse, iki emir sureten bir iken manen bir neferle bir ordu kumandanı kadar farkı var.

(25. Söz)


Kur’an başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren; mütekellim, muhatap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; kāiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.

Evet mesela, o kelâm emir veya nehiy olursa irade ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezauf ediyor. Mesela, Kur’an’ın يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى âyetiyle, sema ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yüksek ve kat’î irade ve kudret ile derhal semaî sehab çekilir, arz da suyunu yutar.

Ve keza arz ve semaya اِئْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat insanların camidata verdikleri emirler, mütekellimindeki irade ve kudretin zafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.

(Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)


İşaret:

Nizam-ı hilkat-ı âlem denilen şeriat-ı fıtriye-i İlahiye; mevlevî gibi cezbe tutan meczub ve misafir olan küre-i arza; güneşe iktida eden safbeste yıldızların safında durup itaât etmesini farz ve vâcib kılmıştır. Zîrâ zemin, zevci sema ile beraber ﺍَﺗَﻴْﻨَﺎ ﻃَﺎﺋِﻌِﻴﻦَ demişlerdir. Taat ise, cemaat ile daha efdal ve daha ahsendir.

(Muhakemat)


Uzağa gitmek istemiyorsan, bu makalenin bir parça mâkabline nazar et; bu mes'eleye nümune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: "Âyâtın delail-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşâfı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir." Veyahut makale-i ûlâda olan mes'ele-i ûlânın hâtimesindeki işarete bak! İşte: "Hilkat denilen şeriat-ı fıtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki; Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzûz etmemek.. Zîrâ zemin zevciyle beraber ﺍَﺗَﻴْﻨَﺎ ﻃَﺎﺋِﻌِﻴﻦَ demişlerdir. Taat ise, cemaatle daha ahsendir.

(Muhakemat)


Kelamın tabakalarını tavsif makamı hakkında "Temsil" misallleri

22-

ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَي السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَنٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ اءْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَلَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِعِينَ

Fussilet, 41/11

23-

وَقِيلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَعِي مَٓائَكِ وَيَا سَمَٓاءِ اَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَي الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّلِمِينَ

Hûd, 11/44

24-

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِ

تُؤْتِيٓ اُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا

İbrahim, 14/24-25

25-

وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ ۨاجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ

İbrahim, 14/26

Ve bu mevzu'da şiirden bir örnek:

وَالَّيْلُ تَجْر۪ى الدَّرَارِيُّ فٖي مَجَّرَتِهِ، كَالَرَوْضِ تَطْفُو عَلٰي نَهْرِ اَزَاهٖيرِهِ

İbn-i Nebih-ı Mısrînindir, Eyyûbîlerin medhinde söylemiş."

Kısacık birer mealleri

(Yirmibeşinci Sözdeki meallerini alıyoruz)

22- [... Sonra Semavatın ilk teşekkülünde, henüz duhan halinde iken, Cenab-ı Hak Teala Semaya, yani Arş-ı Rububiyetine çıkıp istiva eyledi.. ve sema ile arza: ["Ya arz, ya sema, ister istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz! ademden çıkıp, vücutta meşhergah-ı sanatıma geliniz!" dedi. Onlarda: "Biz kemal-i itaatla geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi senin kuvvetinle göreceğiz."]

23- [Şu ayetin bahr-i belagatından bir katreye işaret için bir ûslûbunu bir temsil ayinesinde göstereceğiz. Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateş eden bir ordusuna: "Ateşkes!" ve hucüm eden diğer bir ordusuna: "Dur!" der, emreder.. O anda ateş kesilir, hucûm durur; "İş bitti, istila ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde, yüksek kalelerinin başına dikildi. Esfel-i safiline giden o edepsiz zalimler cezalarını buldular" der.

Aynen öylede: Padişah-ı bîmisal, Kavm-i Nuhun mahvi için Semavat ve Arza emir vermiş.. vazifelerini yaptıktan sonra, ferman ediyor: "Ey arz, suyunu yut! Ey sema, dur! işin bitti. Su çekildi, dağın başında memur-u ilahînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular.]

24- (Normal mealler) [Görmez misin ki; Cenab-ı Hakîm-ı mutlak olan Allah, nasıl darb-i meselleri getirir ki; bir kelime-i tayyibe, bir şecere-i tayyibe gibi olup, bu ağacın kök ve damarları yerde, toprakta sabit, dal ve budaklarıda semavattadır. İşte o şecere-i teyyibe gibi olan o kelime, Rabbimizin izniyle her an yenilecek meyveleri veriyor.

25- [Amma kelime-i habisenin meseli, temsili ise; habis, zararlı meyveler veren bir ağaç gibidir ki; kökü toprakta sabit değil, hafif bir rüzgar dahi uçura bilecek kadar ehven bir vaziyettedir.]

(İşaratül İ'caz (Badıllı))


Binaenaleyh, kelâm eğer emir ve nehy ise, elbette mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun edecek ve ona göre kuvvet ve ulviyeti de tezauf edecektir. Evet bir fuzulînin, temennînin ebatılinden, arzusundan neş'et eden gayr-ı mesmu' (kale alınmayan) suret-i emri nerede? Ve kudret ve iradeyi mutazammın olan hakikî ve nâfiz bir emir nerede?

İşte bak:

يَا اَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِي

فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ اءْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَالَتَا اَتَيْنَا طَائِعِينَ

Yani (birinci âyette) "Ey arz! Suyunu yut! Ey sema, yağmurunu kes! ilh..." (İkinci âyette:) "Cenab-ı Kadir-i Kayyum, semavat ve zemine; ister istemez emrime râm olunuz" dedi. Onlar da "Semi'na ve ata'na emrinize hazırız" dediler olan emr-i İlahîsi nerede?!. ve beşerin cemadata karşı mecnunların hezeyanvarî bir surette

اُسْكُنِي يَا اَرْضُ وَانْشَقِّي يَا سَمَاءُ وَ قُومِي اَيَّتُهَا الْقِيَامَةُ

olan fuzuliyane hitabı nerede?

Hem büyük bir ordu emrine münkad bir kumandanın 'Arş' emriyle o orduyu Allah'ın düşmanlarına hücum ettirmesi nerede? Ve şu emir, ne kendisine ve ne de emrine hiç ehemmiyet verilmeyen hakir bir neferden sudûr etmesi nerede?!.

Evet, bak

اِذَا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

nun irade-i ezeliye-i nafizesi nerede?. Beşer kelâmı nerede?!.

Hem hakikî bir malikin ve hükmü nafiz, emri müessir bir âmirin tasviri ve iş başında bir saniin ve ihsanını dağıtmakta olan bir muhsinin beyanı ki, san'atını yaparken ve ihsanını dağıtırken yaptığı fiillerini tasvir edip göstermek istediğinde: "İşte bunu, şunun için yaptım ve bunları şunlar için yapacağım" demesi nerede?!.

Evet, şu hakikatın tavsif ve beyanı için gelecek âyâta bak:

اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلَي السَّمَاءِ فَوْقَهُم كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَ زَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ

وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَ اَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَ اَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ

وَ نَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَاَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاةٍ وَ حَبَّ الْحَصِيدِ

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاةٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ

رِزْقًا لِلْعِبَادِ وَ اَوْحَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ

ye dikkat et!.. Ve sonra, söylediği sözler, işleriyle hiç teması olmayan bir fuzulînin aynı o fiilleri tasvir etmesi nerede?

(14. Reşha, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]