Bülbül: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 7 değişikliği gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Hayvan]]
[[Kategori:Kuş]]
[[Kategori:Kuş]]
[[Kategori:Zihayat]]
[[Kategori:Zihayat]]
'''Bülbül''', '''Andelib''' ya da '''Hezar''', erkeklerinin güçlü ve güzel ötüşüyle bilinen küçük bir ötücü kuştur. Özellikle başka çok az sayıda kuşun öttüğü geceleri ötüşü dikkat çekicidir. Ötüşü Cenab-ı Hakk'ın yarattığı mahlukat içinde en güzel seslerden biri olarak bilinir. Avrupa, Asya ve Afrika'da bulunur, Amerika'da doğal olarak bulunmaz. İran'ın resmi ulusal kuşudur.<ref name='a'>https://en.wikipedia.org/wiki/Common_nightingale</ref> Bülbül güllerin açtığı günlerde daha canlı öttüğünden Doğu edebiyatında gül ile arasında muhayyel bir aşk ilişkisinin var olduğu kabul edilmiş, bülbül âşığa, gül de mâşuk veya mâşukaya benzetilmiştir. İran edebiyatında bülbülü ve onun güle olan aşkını en güzel şekilde dile getiren ünlü şair Hâfız-ı Şîrâzî olmuştur.<ref name='b'>https://islamansiklopedisi.org.tr/bulbul</ref>
[[Dosya:Bülbül.jpg|thumb|left]]
'''Bülbül''', '''Andelib''' ya da '''Hezar''', erkeklerinin güçlü ve güzel ötüşüyle bilinen küçük bir ötücü kuştur. Özellikle başka çok az sayıda kuşun öttüğü geceleri, bilhassa seher vakti ötüşü dikkat çekicidir. Ötüşü Cenab-ı Hakk'ın yarattığı mahlukat içinde en güzel seslerden biri olarak bilinir. Avrupa, Asya ve Afrika'da bulunur, Amerika'da doğal olarak bulunmaz.<ref name='a'>https://en.wikipedia.org/wiki/Common_nightingale</ref> Bülbül güllerin açtığı günlerde daha canlı öttüğünden Doğu edebiyatında gül ile arasında muhayyel bir aşk ilişkisinin var olduğu kabul edilmiş, bülbül âşığa, gül de mâşuk veya mâşukaya benzetilmiştir. Fars edebiyatında bülbülü ve onun güle olan aşkını en güzel şekilde dile getiren ünlü şair Hâfız-ı Şîrâzî olmuştur.<ref name='b'>https://islamansiklopedisi.org.tr/bulbul</ref>


Bediüzzaman Allah'ın canlıları son derece mu’cizatlı bir şekilde yarattığını söyler ve bütün esbab toplansa yuvasını çorap gibi yapan bülbülü yapamayacağını buna misal olarak verir. Yine Risale-i Nur'da Cenab-ı Hakk'ın gülün aşkıyla bilinen bülbül kuşunu hayvanat kabileleri namına bitkilere karşı şedid münasebeti ilan gibi beş gaye ile görevlendirdiğini, bu görevin bülbül ile sınırlı olmayıp her türün bülbülleri olduğunu, bülbüllerin en efdali ve en eşrefinin Peygamberimiz (sav) olduğunu söyler. Kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarına misal olarak, kuşlarla alakadarlıktan bahseden mektup okunurken bülbül kuşlarının pervane gibi uçup alâkadarlık göstermelerini verir.


==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
===Peygamberimiz ve Bülbül===
Fakat bütün '''bülbüllerin''' en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etem ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latîf secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin '''andelib-i zîşanı''' ve benî-Âdem’in '''bülbül-ü zü’l-Kur’an’'''ı: Muhammed-i Arabî’dir.
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#18|{{Arabi|عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَمْثَالِهٖ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَجْمَلُ التَّسْلٖيمَاتِ}}]]
([[Risale:24._Söz#Dördüncü_Dal|24. Söz]])
----
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî onun [[Bülbül|andelibi]] olur.
Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika sanatları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâni’ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.
([[Risale:Habbe#1._Parça|Habbe, Menevi-i N.]])
----
{{Arabi|اِعْلَمْ}} Ey kardeş bil ki; (Şu görünen âlem, çok çeşitli şekil ve tarzlarda görünebilir.) Meselâ, sen şu âlemi bir kitab-ı kebir şeklinde görürsen; Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) nurunu o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi bir ağacın suretini giymiş şekliyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o ağacın ilk çekirdeği ve hem son meyvesi olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, zîhayat ve canlı bir hayvanın cismini giymiş vaziyetiyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o büyük mahlukun ruhu olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, büyük bir insan şekline tahavvül etmiş görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o insan-ı kebir'in aklı olarak göreceksin.
Hem eğer âlemi, gayet muhteşem bir gül ve çiçek bahçesi misalinde görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o hadikanın [[Bülbül|andelibi]] olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, gayet yüksek müzeyyen bir kasır ki, çok muhteşem salon ve daireleri olup, Sultan-ı Ezel'in saltanatının şa'şaası ve haşmetinin hârikaları ve tecelliyat-ı cemalinin mehasini ve san'atının havarik-i nukuşu o kasırda tezahür ettiği bir vaziyette görürsen; işte o zaman Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu o kasra bir nezzar, bir teşrifatçı olarak göreceksin... Ki evvelâ kendisi için onu seyr ve temaşa edip, sonra bütün insanlara nida ederek "Ey insanlar! Geliniz bu nezahetli manzaralara bakınız ve fıtratınızda mevcud bulunan istidadınızdaki hayret, tenezzüh, takdir, tenevvür ve tefekkür gibi her şeyinizi alıp geliniz ve hazırlanınız ve iyi temaşa edip tam istifade ediniz! Ve hakeza bunlar gibi hadsiz âlî matlabları insanlara bildiriyor ve bunları insanlara irae ediyor. Böylece hem kendisi şehadet ediyor, hem de insanları işhad ediyor. Ve hem kendisi hayrete dalıyor, hem insanları hayrete davet ediyor. Ve hem kendisi, o Malik-i Zülcelalini seviyor, hem de onu insanlara sevdirmeye çalışıyor. Hem kendisi o Malik'ten istizae ediyor, (yani envar-ı hidayetten nurlar alıyor,) hem de insanlara onun gelmesine vesile oluyor. Ve hem kendisi istifaza ediyor, hem de insanların üzerine feyz-i İlahînin inmesine vasıta oluyor.
([[Risale:Habbe_(Mesnevi_Badıllı)#1._Parça|Habbe, Menevi-i N. (Badıllı)]])
===Gül ve Bülbül===
Cennetten getirilen Burak’a dair, Mevlid yazan Süleyman Efendi, hazîn bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat, ehl-i velayet olduğu ve rivayete bina ettiği için elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat şu olmak gerektir ki:
Âlem-i bekanın mahlukları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünkü onun getirdiği nur iledir ki cennet ve dâr-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı o saadet-i ebediye olmazdı ve cennetin her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahipsiz virane kalacaktı.
Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında beyan edildiği gibi: Nasıl ki [[bülbül]]ün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka bâliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşk-nümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kafile-i nebatata karşı ilan etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbül-ü gül ve her neviden bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi nebatatın en güzellerinin başlarında hoşâmedî nevinden tesbihkârane bir hüsn-ü istikbaldir, bir alkışlamadır.
Aynen bunun gibi sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma karşı, nasıl ki melaike nevinden Hazret-i Cebrail aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melaikelerin Hazret-i Âdem aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor; öyle de ehl-i cennetin hattâ cennetin hayvanat kısmının dahi o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.
([[Risale:24._Mektup#Birinci_Nükte_3|24. Mektup]])
----
İ’lem eyyühe’l-aziz! Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlahîde teşhir edilen tezyinata, kemalâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle uluhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki o güzellikleri görsün; o manzaralar arasında tenezzüh etsin; o hârika nakışlara, ziynetlere tefekkür ile hayran olsun. Sonra o sergiden Sâni’inin celaline, Mâlik’inin iktidar ve kemalâtına intikal ile onun azametine secde-i hayret etsin.
Bu vazifeyi îfa edecek insandır. Çünkü insan gerçi cahil, zulmetli bir şeydir amma öyle bir istidadı vardır ki âleme bir enmuzec ve bir numune olmaya liyakati vardır. Hem o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki onun ile gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdid edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen küllî bir nevi şuur sahibi olur ki Sultan-ı ezel’in azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.
Evet maşukun hüsnü, âşığın nazarını istilzam ettiği gibi Nakkaş-ı Ezelî’nin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren zat, nasıl o güzel yüzlere [[Bal Arısı|arılardan]], [[bülbül]]lerden istihsan âşıkları icad etmesin. Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezalik bu âlemi şu kadar ziynetler ile nakışlar ile tezyin eden Mâlikü’l-mülk, elbette ve elbette o hârika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâlî bırakmayacaktır.
İşte câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
([[Risale:Zerre_(Mesnevi)#27._Parça|Zerre, Mesnevi-i N.]])
----
Ciddi ve samimi dostumuz ve kardeşimiz bulunan Âsım Bey’e vardığımda müjdeledi. Beş dakika kadar görüştüm. Ve göndermiş olduğunuz emanetleri alırken öyle sevindik ki [[bülbül]]ün gül dalında seher vaktinde aşkından ağzından çıkarmış olduğu nağmeler gibi işittik. Onun için birbirimizle ne konuştuğumuzu bilemedik. Bildiğim şu kadar ki: Yalnız ayrılırken çok şükür Cenab-ı Allah’a, böyle envar-ı Kur’aniyeyi neşreden bir Üstadımız varken hiçbir vakit saadetimizden mahrum kalmayız diye bildik.
Babacan
([[Risale:Mektubat%27ın_Üçüncü_Kısmı_(1)_(Barla)#Babacan_Mehmed_Ali’nin_fıkrasıdır|Barla L.]])
===Risale-i Nur ve ve Bülbül===
Râbian: Medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in [[bülbül]]ü, Gül Fabrikasının mübarek gülcü kâtibinin bülbülünü tasdik etmesi pek latîf olmuş. Zaten baharda umum kuşlar namına nebatat kafilelerinin erzak-ı hayvaniyeyi getirmelerine karşı bülbüller bir hatiptir ki onları, kuşlar namına alkışlıyor. Risale-i Nur’un kuşlar tarafından alâkadarlıkları içinde elbette yine başta bülbül görünmek lâzım geliyordu ki göründü.
([[Risale:Birinci_Kısım_Mektuplar_(Emirdağ-1)#45._Parça|Emirdağ L. 1]])
----
Hem bu kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarını teyid eden çok emareler var. Ezcümle: O kuşların alâkadarlığını gösteren mektup Milas’a gittiği aynı vakitte garib bir tarzda kuddüs kuşu o mektubun mealini vaziyetiyle teyid ettiği gibi; aynı mektup İnebolu’da geceleyin okunurken büyük bir gece kuşu hârika bir tarzda pencereye gelip kanadıyla vurup durup dinlemesi; aynı mektup Sava’da okunurken bir defa iki [[çekirge]] üstüne gelip durup neticeye kadar durmaları; bir defa da serçe ve [[bülbül]] kuşları aynı mektubun okunmasında [[Kelebek|pervane]] gibi uçup alâkadarlık göstermeleri ve Isparta’da Hüsrev’in evinde aynı mektup okunurken bülbül kuşu hilaf-ı âdet salona gelmesi, alâkadarlığını göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyeyi teyid ediyor.
([[Risale:Parlak_Fıkralar_ve_Güzel_Mektuplar-2#cite_ref-7|Sikke-i T. G.]])
----
Hattâ [[çekirge]]ler ve arı ve [[serçe]] kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu Sözlerin ve Nur’un okunurken [[Kelebek|pervane]] gibi etrafında dolaşıp sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevkyâb olduklarını, başlarını başlarımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri, ne kadar garibdir. Ezcümle, Sava’da iki [[çekirge]] ve Emirdağı’nda iki [[güvercin]] ve iki kuş, İnebolu’da iki acib kuş, Isparta ve Sava’da [[bülbül]] ve [[hüdhüd]] bu kerameti gösterdiler.
([[Risale:Konferans_(Küçük_Kitap)#Hasan_Feyzi’nin_Mektubu|Konferans]])
----
Şeyh Sa’dî-i Şirazî’nin “Bostan”ından Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtık. Tefe’ül bu çıktı:
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#71|{{Arabi|نِگَرْ تَا گُلِسْتَان مَعْنَا شُگُفْت}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#72|{{Arabi|بَرُو هٖيچْ بُلْبُلْ چُنٖينْ خُوشْ نَگُفْت}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#73|{{Arabi|عَجَبْ گَرْ بِمٖيرَدْ چُنٖينْ بُلْبُلٖى}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#74|{{Arabi|كِه اَزْ اُسْتُخٰوانَشْ نَرُويَدْ گُلٖى}}]]
Meali: Yani “Gel, bak, güller bağı şeklinde hakikat gülleri açılmış. Böyle hakikat bahçesinde hiçbir [[bülbül]], böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın.”
Bu meal, maksadımıza o kadar yakındır ki tabire lüzum yoktur. Yalnız gülistanımız; ebedî Kur’an cennetindendir, ondan gelmiştir.
Mehmed Tevfik, Galib, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said (ra)
([[Risale:8._Lem%27a_(Sikke)#Latîf_Bir_Tefe’ül|Sikke-i T. G.]])


==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
===Diğer Bahisler===


Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele: Hayvanattır. Hayvanat dahi iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-i ihtiyarîleri olduğundan amelleri hâlisen livechillah olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-ikram, Kerîm olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Mesela, meşhur [[bülbül]] kuşu (Hâşiye<ref>'''Bülbül''' şairane konuştuğu için şu bahsimiz de bir parça şairane düşüyor. Fakat hayal değil, hakikattir.</ref>) gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor:
Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele: Hayvanattır. Hayvanat dahi iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-i ihtiyarîleri olduğundan amelleri hâlisen livechillah olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-ikram, Kerîm olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Mesela, meşhur [[bülbül]] kuşu (Hâşiye<ref>'''Bülbül''' şairane konuştuğu için şu bahsimiz de bir parça şairane düşüyor. Fakat hayal değil, hakikattir.</ref>) gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor:
196. satır: 300. satır:


([[Risale:Şuaat-ü_Marifet-ün_Nebiyy_(Asar-ı_Bediiyye)#Dördüncüsü_5|Şuaat, Asar-ı Bediiyye]])
([[Risale:Şuaat-ü_Marifet-ün_Nebiyy_(Asar-ı_Bediiyye)#Dördüncüsü_5|Şuaat, Asar-ı Bediiyye]])
===Peygamberimiz ve Bülbül===
Fakat bütün '''bülbüllerin''' en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etem ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latîf secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin '''andelib-i zîşanı''' ve benî-Âdem’in '''bülbül-ü zü’l-Kur’an’'''ı: Muhammed-i Arabî’dir.
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#18|{{Arabi|عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَمْثَالِهٖ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَجْمَلُ التَّسْلٖيمَاتِ}}]]
([[Risale:24._Söz#Dördüncü_Dal|24. Söz]])
----
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî onun [[Bülbül|andelibi]] olur.
Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika sanatları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâni’ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.
([[Risale:Habbe#1._Parça|Habbe, Menevi-i N.]])
----
{{Arabi|اِعْلَمْ}} Ey kardeş bil ki; (Şu görünen âlem, çok çeşitli şekil ve tarzlarda görünebilir.) Meselâ, sen şu âlemi bir kitab-ı kebir şeklinde görürsen; Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) nurunu o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi bir ağacın suretini giymiş şekliyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o ağacın ilk çekirdeği ve hem son meyvesi olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, zîhayat ve canlı bir hayvanın cismini giymiş vaziyetiyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o büyük mahlukun ruhu olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, büyük bir insan şekline tahavvül etmiş görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o insan-ı kebir'in aklı olarak göreceksin.
Hem eğer âlemi, gayet muhteşem bir gül ve çiçek bahçesi misalinde görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o hadikanın [[Bülbül|andelibi]] olarak göreceksin.
Ve eğer âlemi, gayet yüksek müzeyyen bir kasır ki, çok muhteşem salon ve daireleri olup, Sultan-ı Ezel'in saltanatının şa'şaası ve haşmetinin hârikaları ve tecelliyat-ı cemalinin mehasini ve san'atının havarik-i nukuşu o kasırda tezahür ettiği bir vaziyette görürsen; işte o zaman Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu o kasra bir nezzar, bir teşrifatçı olarak göreceksin... Ki evvelâ kendisi için onu seyr ve temaşa edip, sonra bütün insanlara nida ederek "Ey insanlar! Geliniz bu nezahetli manzaralara bakınız ve fıtratınızda mevcud bulunan istidadınızdaki hayret, tenezzüh, takdir, tenevvür ve tefekkür gibi her şeyinizi alıp geliniz ve hazırlanınız ve iyi temaşa edip tam istifade ediniz! Ve hakeza bunlar gibi hadsiz âlî matlabları insanlara bildiriyor ve bunları insanlara irae ediyor. Böylece hem kendisi şehadet ediyor, hem de insanları işhad ediyor. Ve hem kendisi hayrete dalıyor, hem insanları hayrete davet ediyor. Ve hem kendisi, o Malik-i Zülcelalini seviyor, hem de onu insanlara sevdirmeye çalışıyor. Hem kendisi o Malik'ten istizae ediyor, (yani envar-ı hidayetten nurlar alıyor,) hem de insanlara onun gelmesine vesile oluyor. Ve hem kendisi istifaza ediyor, hem de insanların üzerine feyz-i İlahînin inmesine vasıta oluyor.
([[Risale:Habbe_(Mesnevi_Badıllı)#1._Parça|Habbe, Menevi-i N. (Badıllı)]])
===Gül ve Bülbül===
Cennetten getirilen Burak’a dair, Mevlid yazan Süleyman Efendi, hazîn bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat, ehl-i velayet olduğu ve rivayete bina ettiği için elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat şu olmak gerektir ki:
Âlem-i bekanın mahlukları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünkü onun getirdiği nur iledir ki cennet ve dâr-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı o saadet-i ebediye olmazdı ve cennetin her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahipsiz virane kalacaktı.
Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında beyan edildiği gibi: Nasıl ki [[bülbül]]ün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka bâliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşk-nümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kafile-i nebatata karşı ilan etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbül-ü gül ve her neviden bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi nebatatın en güzellerinin başlarında hoşâmedî nevinden tesbihkârane bir hüsn-ü istikbaldir, bir alkışlamadır.
Aynen bunun gibi sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma karşı, nasıl ki melaike nevinden Hazret-i Cebrail aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melaikelerin Hazret-i Âdem aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor; öyle de ehl-i cennetin hattâ cennetin hayvanat kısmının dahi o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.
([[Risale:24._Mektup#Birinci_Nükte_3|24. Mektup]])
----
İ’lem eyyühe’l-aziz! Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlahîde teşhir edilen tezyinata, kemalâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle uluhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki o güzellikleri görsün; o manzaralar arasında tenezzüh etsin; o hârika nakışlara, ziynetlere tefekkür ile hayran olsun. Sonra o sergiden Sâni’inin celaline, Mâlik’inin iktidar ve kemalâtına intikal ile onun azametine secde-i hayret etsin.
Bu vazifeyi îfa edecek insandır. Çünkü insan gerçi cahil, zulmetli bir şeydir amma öyle bir istidadı vardır ki âleme bir enmuzec ve bir numune olmaya liyakati vardır. Hem o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki onun ile gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdid edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen küllî bir nevi şuur sahibi olur ki Sultan-ı ezel’in azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.
Evet maşukun hüsnü, âşığın nazarını istilzam ettiği gibi Nakkaş-ı Ezelî’nin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren zat, nasıl o güzel yüzlere [[Bal Arısı|arılardan]], [[bülbül]]lerden istihsan âşıkları icad etmesin. Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezalik bu âlemi şu kadar ziynetler ile nakışlar ile tezyin eden Mâlikü’l-mülk, elbette ve elbette o hârika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâlî bırakmayacaktır.
İşte câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
([[Risale:Zerre_(Mesnevi)#27._Parça|Zerre, Mesnevi-i N.]])
----
Ciddi ve samimi dostumuz ve kardeşimiz bulunan Âsım Bey’e vardığımda müjdeledi. Beş dakika kadar görüştüm. Ve göndermiş olduğunuz emanetleri alırken öyle sevindik ki [[bülbül]]ün gül dalında seher vaktinde aşkından ağzından çıkarmış olduğu nağmeler gibi işittik. Onun için birbirimizle ne konuştuğumuzu bilemedik. Bildiğim şu kadar ki: Yalnız ayrılırken çok şükür Cenab-ı Allah’a, böyle envar-ı Kur’aniyeyi neşreden bir Üstadımız varken hiçbir vakit saadetimizden mahrum kalmayız diye bildik.
Babacan
([[Risale:Mektubat%27ın_Üçüncü_Kısmı_(1)_(Barla)#Babacan_Mehmed_Ali’nin_fıkrasıdır|Barla L.]])
===Risale-i Nur ve ve Bülbül===
Râbian: Medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in [[bülbül]]ü, Gül Fabrikasının mübarek gülcü kâtibinin bülbülünü tasdik etmesi pek latîf olmuş. Zaten baharda umum kuşlar namına nebatat kafilelerinin erzak-ı hayvaniyeyi getirmelerine karşı bülbüller bir hatiptir ki onları, kuşlar namına alkışlıyor. Risale-i Nur’un kuşlar tarafından alâkadarlıkları içinde elbette yine başta bülbül görünmek lâzım geliyordu ki göründü.
([[Risale:Birinci_Kısım_Mektuplar_(Emirdağ-1)#45._Parça|Emirdağ L. 1]])
----
Hem bu kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarını teyid eden çok emareler var. Ezcümle: O kuşların alâkadarlığını gösteren mektup Milas’a gittiği aynı vakitte garib bir tarzda kuddüs kuşu o mektubun mealini vaziyetiyle teyid ettiği gibi; aynı mektup İnebolu’da geceleyin okunurken büyük bir gece kuşu hârika bir tarzda pencereye gelip kanadıyla vurup durup dinlemesi; aynı mektup Sava’da okunurken bir defa iki [[çekirge]] üstüne gelip durup neticeye kadar durmaları; bir defa da serçe ve [[bülbül]] kuşları aynı mektubun okunmasında [[Kelebek|pervane]] gibi uçup alâkadarlık göstermeleri ve Isparta’da Hüsrev’in evinde aynı mektup okunurken bülbül kuşu hilaf-ı âdet salona gelmesi, alâkadarlığını göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyeyi teyid ediyor.
([[Risale:Parlak_Fıkralar_ve_Güzel_Mektuplar-2#cite_ref-7|Sikke-i T. G.]])
----
Hattâ [[çekirge]]ler ve arı ve [[serçe]] kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu Sözlerin ve Nur’un okunurken [[Kelebek|pervane]] gibi etrafında dolaşıp sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevkyâb olduklarını, başlarını başlarımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri, ne kadar garibdir. Ezcümle, Sava’da iki [[çekirge]] ve Emirdağı’nda iki [[güvercin]] ve iki kuş, İnebolu’da iki acib kuş, Isparta ve Sava’da [[bülbül]] ve [[hüdhüd]] bu kerameti gösterdiler.
([[Risale:Konferans_(Küçük_Kitap)#Hasan_Feyzi’nin_Mektubu|Konferans]])
----
Şeyh Sa’dî-i Şirazî’nin “Bostan”ından Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtık. Tefe’ül bu çıktı:
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#71|{{Arabi|نِگَرْ تَا گُلِسْتَان مَعْنَا شُگُفْت}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#72|{{Arabi|بَرُو هٖيچْ بُلْبُلْ چُنٖينْ خُوشْ نَگُفْت}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#73|{{Arabi|عَجَبْ گَرْ بِمٖيرَدْ چُنٖينْ بُلْبُلٖى}}]]
[[Risale:8. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#74|{{Arabi|كِه اَزْ اُسْتُخٰوانَشْ نَرُويَدْ گُلٖى}}]]
Meali: Yani “Gel, bak, güller bağı şeklinde hakikat gülleri açılmış. Böyle hakikat bahçesinde hiçbir [[bülbül]], böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın.”
Bu meal, maksadımıza o kadar yakındır ki tabire lüzum yoktur. Yalnız gülistanımız; ebedî Kur’an cennetindendir, ondan gelmiştir.
Mehmed Tevfik, Galib, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said (ra)
([[Risale:8._Lem%27a_(Sikke)#Latîf_Bir_Tefe’ül|Sikke-i T. G.]])


==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==

11.26, 25 Mayıs 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Bülbül, Andelib ya da Hezar, erkeklerinin güçlü ve güzel ötüşüyle bilinen küçük bir ötücü kuştur. Özellikle başka çok az sayıda kuşun öttüğü geceleri, bilhassa seher vakti ötüşü dikkat çekicidir. Ötüşü Cenab-ı Hakk'ın yarattığı mahlukat içinde en güzel seslerden biri olarak bilinir. Avrupa, Asya ve Afrika'da bulunur, Amerika'da doğal olarak bulunmaz.[1] Bülbül güllerin açtığı günlerde daha canlı öttüğünden Doğu edebiyatında gül ile arasında muhayyel bir aşk ilişkisinin var olduğu kabul edilmiş, bülbül âşığa, gül de mâşuk veya mâşukaya benzetilmiştir. Fars edebiyatında bülbülü ve onun güle olan aşkını en güzel şekilde dile getiren ünlü şair Hâfız-ı Şîrâzî olmuştur.[2]

Bediüzzaman Allah'ın canlıları son derece mu’cizatlı bir şekilde yarattığını söyler ve bütün esbab toplansa yuvasını çorap gibi yapan bülbülü yapamayacağını buna misal olarak verir. Yine Risale-i Nur'da Cenab-ı Hakk'ın gülün aşkıyla bilinen bülbül kuşunu hayvanat kabileleri namına bitkilere karşı şedid münasebeti ilan gibi beş gaye ile görevlendirdiğini, bu görevin bülbül ile sınırlı olmayıp her türün bülbülleri olduğunu, bülbüllerin en efdali ve en eşrefinin Peygamberimiz (sav) olduğunu söyler. Kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarına misal olarak, kuşlarla alakadarlıktan bahseden mektup okunurken bülbül kuşlarının pervane gibi uçup alâkadarlık göstermelerini verir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Peygamberimiz ve Bülbül[değiştir]

Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etem ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latîf secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdem’in bülbül-ü zü’l-Kur’an’ı: Muhammed-i Arabî’dir.

عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَمْثَالِهٖ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَجْمَلُ التَّسْلٖيمَاتِ

(24. Söz)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî hem çekirdeği hem semeresi olur.

Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse o nur onun ruhu olur.

Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse o nur onun aklı olur.

Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse Nur-u Muhammedî onun andelibi olur.

Eğer pek büyük bir saray farz edilirse Nur-u Muhammedî o Sultan-ı ezel’in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika sanatları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâni’ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.

(Habbe, Menevi-i N.)


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki; (Şu görünen âlem, çok çeşitli şekil ve tarzlarda görünebilir.) Meselâ, sen şu âlemi bir kitab-ı kebir şeklinde görürsen; Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) nurunu o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi olarak göreceksin.

Ve eğer âlemi bir ağacın suretini giymiş şekliyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o ağacın ilk çekirdeği ve hem son meyvesi olarak göreceksin.

Ve eğer âlemi, zîhayat ve canlı bir hayvanın cismini giymiş vaziyetiyle görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o büyük mahlukun ruhu olarak göreceksin.

Ve eğer âlemi, büyük bir insan şekline tahavvül etmiş görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o insan-ı kebir'in aklı olarak göreceksin.

Hem eğer âlemi, gayet muhteşem bir gül ve çiçek bahçesi misalinde görürsen; Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu, o hadikanın andelibi olarak göreceksin.

Ve eğer âlemi, gayet yüksek müzeyyen bir kasır ki, çok muhteşem salon ve daireleri olup, Sultan-ı Ezel'in saltanatının şa'şaası ve haşmetinin hârikaları ve tecelliyat-ı cemalinin mehasini ve san'atının havarik-i nukuşu o kasırda tezahür ettiği bir vaziyette görürsen; işte o zaman Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurunu o kasra bir nezzar, bir teşrifatçı olarak göreceksin... Ki evvelâ kendisi için onu seyr ve temaşa edip, sonra bütün insanlara nida ederek "Ey insanlar! Geliniz bu nezahetli manzaralara bakınız ve fıtratınızda mevcud bulunan istidadınızdaki hayret, tenezzüh, takdir, tenevvür ve tefekkür gibi her şeyinizi alıp geliniz ve hazırlanınız ve iyi temaşa edip tam istifade ediniz! Ve hakeza bunlar gibi hadsiz âlî matlabları insanlara bildiriyor ve bunları insanlara irae ediyor. Böylece hem kendisi şehadet ediyor, hem de insanları işhad ediyor. Ve hem kendisi hayrete dalıyor, hem insanları hayrete davet ediyor. Ve hem kendisi, o Malik-i Zülcelalini seviyor, hem de onu insanlara sevdirmeye çalışıyor. Hem kendisi o Malik'ten istizae ediyor, (yani envar-ı hidayetten nurlar alıyor,) hem de insanlara onun gelmesine vesile oluyor. Ve hem kendisi istifaza ediyor, hem de insanların üzerine feyz-i İlahînin inmesine vasıta oluyor.

(Habbe, Menevi-i N. (Badıllı))

Gül ve Bülbül[değiştir]

Cennetten getirilen Burak’a dair, Mevlid yazan Süleyman Efendi, hazîn bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat, ehl-i velayet olduğu ve rivayete bina ettiği için elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat şu olmak gerektir ki:

Âlem-i bekanın mahlukları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünkü onun getirdiği nur iledir ki cennet ve dâr-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı o saadet-i ebediye olmazdı ve cennetin her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahipsiz virane kalacaktı.

Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında beyan edildiği gibi: Nasıl ki bülbülün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka bâliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşk-nümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kafile-i nebatata karşı ilan etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbül-ü gül ve her neviden bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi nebatatın en güzellerinin başlarında hoşâmedî nevinden tesbihkârane bir hüsn-ü istikbaldir, bir alkışlamadır.

Aynen bunun gibi sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma karşı, nasıl ki melaike nevinden Hazret-i Cebrail aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melaikelerin Hazret-i Âdem aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor; öyle de ehl-i cennetin hattâ cennetin hayvanat kısmının dahi o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.

(24. Mektup)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlahîde teşhir edilen tezyinata, kemalâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle uluhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki o güzellikleri görsün; o manzaralar arasında tenezzüh etsin; o hârika nakışlara, ziynetlere tefekkür ile hayran olsun. Sonra o sergiden Sâni’inin celaline, Mâlik’inin iktidar ve kemalâtına intikal ile onun azametine secde-i hayret etsin.

Bu vazifeyi îfa edecek insandır. Çünkü insan gerçi cahil, zulmetli bir şeydir amma öyle bir istidadı vardır ki âleme bir enmuzec ve bir numune olmaya liyakati vardır. Hem o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki onun ile gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdid edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen küllî bir nevi şuur sahibi olur ki Sultan-ı ezel’in azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.

Evet maşukun hüsnü, âşığın nazarını istilzam ettiği gibi Nakkaş-ı Ezelî’nin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren zat, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin. Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

Kezalik bu âlemi şu kadar ziynetler ile nakışlar ile tezyin eden Mâlikü’l-mülk, elbette ve elbette o hârika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâlî bırakmayacaktır.

İşte câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.

(Zerre, Mesnevi-i N.)


Ciddi ve samimi dostumuz ve kardeşimiz bulunan Âsım Bey’e vardığımda müjdeledi. Beş dakika kadar görüştüm. Ve göndermiş olduğunuz emanetleri alırken öyle sevindik ki bülbülün gül dalında seher vaktinde aşkından ağzından çıkarmış olduğu nağmeler gibi işittik. Onun için birbirimizle ne konuştuğumuzu bilemedik. Bildiğim şu kadar ki: Yalnız ayrılırken çok şükür Cenab-ı Allah’a, böyle envar-ı Kur’aniyeyi neşreden bir Üstadımız varken hiçbir vakit saadetimizden mahrum kalmayız diye bildik.

Babacan

(Barla L.)

Risale-i Nur ve ve Bülbül[değiştir]

Râbian: Medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in bülbülü, Gül Fabrikasının mübarek gülcü kâtibinin bülbülünü tasdik etmesi pek latîf olmuş. Zaten baharda umum kuşlar namına nebatat kafilelerinin erzak-ı hayvaniyeyi getirmelerine karşı bülbüller bir hatiptir ki onları, kuşlar namına alkışlıyor. Risale-i Nur’un kuşlar tarafından alâkadarlıkları içinde elbette yine başta bülbül görünmek lâzım geliyordu ki göründü.

(Emirdağ L. 1)


Hem bu kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarını teyid eden çok emareler var. Ezcümle: O kuşların alâkadarlığını gösteren mektup Milas’a gittiği aynı vakitte garib bir tarzda kuddüs kuşu o mektubun mealini vaziyetiyle teyid ettiği gibi; aynı mektup İnebolu’da geceleyin okunurken büyük bir gece kuşu hârika bir tarzda pencereye gelip kanadıyla vurup durup dinlemesi; aynı mektup Sava’da okunurken bir defa iki çekirge üstüne gelip durup neticeye kadar durmaları; bir defa da serçe ve bülbül kuşları aynı mektubun okunmasında pervane gibi uçup alâkadarlık göstermeleri ve Isparta’da Hüsrev’in evinde aynı mektup okunurken bülbül kuşu hilaf-ı âdet salona gelmesi, alâkadarlığını göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyeyi teyid ediyor.

(Sikke-i T. G.)


Hattâ çekirgeler ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu Sözlerin ve Nur’un okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevkyâb olduklarını, başlarını başlarımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri, ne kadar garibdir. Ezcümle, Sava’da iki çekirge ve Emirdağı’nda iki güvercin ve iki kuş, İnebolu’da iki acib kuş, Isparta ve Sava’da bülbül ve hüdhüd bu kerameti gösterdiler.

(Konferans)


Şeyh Sa’dî-i Şirazî’nin “Bostan”ından Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtık. Tefe’ül bu çıktı:

نِگَرْ تَا گُلِسْتَان مَعْنَا شُگُفْت

بَرُو هٖيچْ بُلْبُلْ چُنٖينْ خُوشْ نَگُفْت

عَجَبْ گَرْ بِمٖيرَدْ چُنٖينْ بُلْبُلٖى

كِه اَزْ اُسْتُخٰوانَشْ نَرُويَدْ گُلٖى

Meali: Yani “Gel, bak, güller bağı şeklinde hakikat gülleri açılmış. Böyle hakikat bahçesinde hiçbir bülbül, böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın.”

Bu meal, maksadımıza o kadar yakındır ki tabire lüzum yoktur. Yalnız gülistanımız; ebedî Kur’an cennetindendir, ondan gelmiştir.

Mehmed Tevfik, Galib, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said (ra)

(Sikke-i T. G.)

Diğer Bahisler[değiştir]

Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele: Hayvanattır. Hayvanat dahi iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-i ihtiyarîleri olduğundan amelleri hâlisen livechillah olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-ikram, Kerîm olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Mesela, meşhur bülbül kuşu (Hâşiye[3]) gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor:

Birincisi: Hayvanat kabileleri namına, nebatat taifelerine karşı olan münasebat-ı şedideyi ilana memurdur.

İkincisi: Rahman’ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanat tarafından bir hatib-i Rabbanîdir ki Rezzak-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla ve ilan-ı sürur etmekle muvazzaftır.

Üçüncüsü: Ebna-yı cinsine imdat için gönderilen nebatata karşı hüsn-ü istikbali, herkesin başında izhar etmektir.

Dördüncüsü: Nev-i hayvanatın nebatata derece-i aşka vâsıl olan şiddet-i ihtiyacını, nebatatın güzel yüzlerine karşı mübarek başları üstünde beyan etmektir.

Beşincisi: Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-cemali ve’l-ikram’ın bârgâh-ı merhametine en latîf bir tesbihi, en latîf bir şevk içinde, gül gibi en latîf bir yüzde takdim etmektir.

İşte şu beş gayeler gibi başka manalar da vardır. Şu manalar ve şu gayeler, bülbülün Hak Sübhanehu ve Teâlâ’nın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur. Biz şu manaları onun hazîn sözlerinden fehmediyoruz –melaike ve ruhaniyatın fehmettikleri gibi– kendisi kendi nağamatının manasını tamamen bilmese de fehmimize zarar vermez. “Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar.” meşhurdur. Hem bülbül, şu gayeleri tafsilatıyla bilmemesinden olmamasına delâlet etmiyor. Lâekall saat gibi sana evkatını bildirir, kendisi bilmiyor ne yapıyor. Bilmemesi senin bildiğine zarar vermez.

Amma o bülbülün cüz’î maaşı ise o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşahedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhavere ve konuşmak ve dertlerini dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nağamat-ı hazînesi, hayvanî teellümattan gelen teşekkiyat değil belki atâyâ-yı Rahmaniyeden gelen bir teşekkürattır.

Bülbüle; nahli, fahli, ankebut ve nemli, yani arı ve vasıta-i nesil erkek hayvan ve örümcek ve karınca ve hevam ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et. Her birinin amellerinin bülbül gibi çok gayeleri var. Onlar için de birer maaş-ı cüz’î hükmünde birer zevk-i mahsus, hizmetlerinin içinde dercedilmiştir. O zevk ile sanat-ı Rabbaniyedeki mühim gayelere hizmet ediyorlar. Nasıl ki bir sefine-i Sultaniyede bir nefer dümencilik edip bir cüz’î maaş alır. Öyle de hizmet-i Sübhaniyede bulunan bu hayvanatın birer cüz’î maaşları vardır.

BÜLBÜL BAHSİNE BİR TETİMME

Sakın zannetme ki bu ilan ve dellâllık ve tesbihatın nağamatıyla teganni, bülbüle mahsustur. Belki ekser envaın her bir nevinin bülbül-misali bir sınıfı var ki o nev’in en latîf hissiyatını, en latîf bir tesbih ile en latîf sec’alarla temsil edecek birer latîf ferdi veya efradı bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur hem çeşit çeşittirler ki onlar bütün kulağı bulunanların en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başlarında tesbihatlarını güzel sec’alarla onlara işittirip onları mütelezziz ediyorlar.

Onlardan bir kısmı leylîdir. Gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanların kasidehân enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudatın sükûtunda onların tatlı sözlü nutuk-hânlarıdır. Ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutubdur ki her birisi onu dinler, kendi kalpleriyle Fâtır-ı Zülcelallerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.

Diğer bir kısmı neharîdir. Gündüzde ağaçların minberlerinde, bütün zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek âvâzlarıyla, latîf nağamat ile sec’alı tesbihat ile Rahmanu’r-Rahîm’in rahmetini ilan ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki o vakit işitenlerin her birisi lisan-ı mahsusuyla ve bir âvâz-ı hususi ile Fâtır-ı Zülcelalinin zikrine başlar. Demek, her bir nevi mevcudatın hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve nur-efşan bir bülbülü var.

Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etem ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latîf secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdem’in bülbül-ü zü’l-Kur’an’ı: Muhammed-i Arabî’dir.

عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَمْثَالِهٖ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَجْمَلُ التَّسْلٖيمَاتِ

(24. Söz)


Hem madem o Hâlık-ı Kerîm, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvanata ücret olarak birer maaş gibi birer lezzet-i cüz’iye veriyor. Ve arı ve bülbül gibi sair hidemat-ı Rabbaniyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemal verir. Şevk ve lezzete medar birer makam veriyor ve şunda bir muazzam kanun-u keremin ucu görünüyor.

(30. Söz)


Evet Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübin’in düsturlarını gayet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçta icmal edip derceder. Her şey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaç ile amel etse, o Kitab-ı Mübin’in düsturlarını bilmeyerek imtisal eder.

Mesela hortumlu sivrisinek, dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harp gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahluka bu sanatı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak sanatını kim öğretmiş ve nerede öğrenmiş? Ben, yani bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım bu sanatı, bu kerr u ferr harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.

İşte ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et. Hattâ nebatatı da aynen hayvanata kıyas edebilirsin.

(8. Lema)


Evet nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vâhidiyete bir misal olduğu gibi âyine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zatının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsa idi ve cam parçalarının ve içinde güneşçikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyetleri bulunsa idi; irade-i İlahiyenin kanunuyla her birisinde ve yanında timsaliyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermeyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle, tesiriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebep olarak ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve suhuleti gösterir.

Aynen öyle de Sâni’-i Zülcelal, vâhidiyet itibarıyla bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve hazır ve nâzır olduğu gibi ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle her şeyin, hususan zîhayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zîhayatı öyle mu’cizatlı bir şekilde yaratır ki eğer bütün esbab toplansa bir bülbülü, bir sineği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir ve bir insanı halk eden ancak kâinatı icad eden zattır.

(15. Şua)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Âlemde tesadüf yoktur. Evet, bilhassa bahar mevsiminde, küre-i arz bahçesinde, bütün ağaçların dallarında, çiçeklerin yapraklarında, mezruatın sümbüllerinde hikmet bülbülleri, hikmet âyetlerini tenaggum ve terennüm ile inşad ettikleri iman kulağıyla, basîret gözüyle dinlenilirse tesadüf şeytanları bile kabul ile hayran olurlar.

(Şule, Mesnevi-i N.)


Nasuhizade Şeyh Mehmed Efendi’nin fıkrasıdır

Bülbül-ü Bağistan-ı Kur’an, Üstad-ı Ekremim, Efendim Hazretleri!

...

(Barla L.)


Evet, Kur’anî bahçede her zaman başka renkte, başka letafette, başka tesirde hakiki cennet çiçekleri açılıyor. Bu mezherenin bülbülüne ve onun gönülleri teshir eden nağmesini dinleyen, meşk eden yoldaşlarına, dâreynde selâmet ve saadet ve muvaffakıyetler temenni ve niyaz eylerim.

Şairin zamana muvafık bir beyti:

Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin

Bülbül hamuş, havz tehî, gülistan da harap.

Ben de derim:

Öyle bir bid’alar devrindeyiz ki İslâm’ın

Bir bülbülü, bir gülistanı kalmış Kur’an’ın.

(Barla L.)


Öpsem o gül kokan eli

O bülbül-ü handan gibi

(Mektubat, Hakikat Işıkları)


Sâniyen: Gül Fabrikası gülistanlarını ve merhum bedevî bülbüllerini konuşturan Hüsrev kardeş! Risale-i Nur, Isparta’yı âfat-ı semaviye ve arziyeden muhafazasına sebep olduğunu çok hâdisatla beraber, bu yeni zelzele hâdisesi ve muarız hocanın dolularla başının tokatlanması, yeni bir hücceti oluyor. Ve Mu’cizat-ı Kur’aniye lâhikasını sizin isabetli fikrinize havale ediyoruz. Hem siz yazdığınız miktarı gönderiniz. Biz burada tekmil eder, size de sonra haber veririz.

(Kastamonu L.)


Boyun bâlâ, gözün şehlâ, gören mecnun seni leyla

Sözün ferşte, gözün arşta, gönül meftun sana cânâ

Nikabın nur, nigâhın nur, kitabın nur senin ey nur

Bağın Nursî, huyun munis, özün İdris ferd-i yekta

Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül

Yazılmış üstüne nurdan قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى

Sana canın feda etmez mi senden hem görenler hak

Sözün hak hem özün hak hem mesleğin hak hem makamın Kâbe-tül Ulyâ.

يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

...

Duanıza muhtaç talebeniz Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


Nur güllerin açsın, yine miskler gibi tütsün

Sinemde bu can bülbülü tevhid ile ötsün

...

Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh)

(Emirdağ L. 1)


O (Risale-i Nur) benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letaifimin incilâsı, canımın canı… Ben onun her bir hakikatine bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim kabirde enisim, berzahta refikim ve mizanda a’malim, sıratta Burak’ım, cennette yoldaşım…

...

Talebeniz Halil İbrahim

(Sikke-i T. G.)


Nurs’un nur çıkan nurlu dağında

Bülbül öter bahçesinde bağında

Tozu olsak onun pâk ayağında

Ey rahmet-i âlem cilvesi Risaletü’n-Nur

...

Hasan Feyzi

(Sikke-i T. G.)


Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslubu ise müteselsil olan hakaike müteveccihtir. Hakaike giren fikirler ise karşısında olan dekaik-ı mahiyatta nâfizdirler. Dekaik-ı mahiyat ise âlemin nizam-ı ekmeline mümid ve müstemiddirler. Nizam-ı ekmelde her bir hüsnün menbaı olan hüsn-ü mücerred mündemicdir. Hüsn-ü mücerred ise mezaya ve letaif denilen belâgat çiçeklerinin bostanıdır. Çiçeklerin bostanı, cinan-ı hilkatte cilveger olan ezhara perestiş eden ve şair denilen bülbüllerin nağamatıdır. Bülbüllerin nağamatına aheng-i ruhanî veren ise nazm-ı maânîdir.

(Muhakemat)


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Nasıl seyahata çıkan bir adam, yolculuğu esnasında çok yerlere, konaklara tesadüf eder, ki her bir yerin, menzilin kendine hâs şeraiti olur. Öyle de: Allah'ın yolunda giden zat için dahi, çok makamlar, mertebeler, haller, perdeler ve tavırlar bulunur. Her bir makamın kendine hâs bir tavrı bulunur ki, bu makam ve mertebeleri birbirine karıştıran galat edip işi karıştırır.

Meselâ nasıl ki bir adam, bir köye misafir gelip, bir hana, ya da çiftliğe indi ve o çiftlik veya handa bir atın kişnemesini işitti. Sonra gitti, bir şehre vardı.. Bu defa bir saraya misafir oldu. Sarayda bu defa bir andelibin terennümünü işitti. Eğer bu sesi atın kişnemesi olarak tevehhüm edipte, bülbülden atın kişnemesini taleb etse, elbette kendi kendine mugalata etmiş olacaktır.

(Zeylül Habbe, Mesnevi N. (Badıllı))


İşte aynen bu temsil gibi, sen dahi ey biçare! dünya denizinin sahilinde oturup, zîcemal ve zîhüsün olan ehl-i kemalin ufûllerine, hem ni'met semeratının vakt-i muayyenesi gelince de zevale ermelerine müteellimane ağlıyorsun. Gafletle zu'mediyorsun ki; o cemaller, o zîcemallerin kendi mülkü ve o semereler de ağacının malı imişde, tesadüfün fırtınaları gelmiş, mülk ve mallarını onlardan gasbederek ademlerin zulümatına atmaktadır. Yahu, hiç düşünmüyor musun ki; senin meftun ve mübtela olduğun şeyin yüzünü nur-u hüsün ile güzelleştiren zat odur ki, bütün kâinat bostanlarındaki çiçekleri nurlandırmış ve bütün âşık bülbüllerin kalblerini onlara karşı şevke getirmiştir.

Evet ey miskin-i biçare! Daha sen, ne zamana kadar kendi elindeki semerenin zevaline ağlayacaksın!. Gözünü aç.

(Zehrenin Zeyli, Mesnevi N. (Badıllı))


Sensiz kalan kardeşlerin ağlar öter, aleddevam

Gülsüz kalan bülbül gibi, yok ne kararı, ne menam

(Kızıl İcazdan Bazı Parçalar,Mesnevi N. (Badıllı))


Belagatın nakış ve zinetinin menşei, yalnız lafzın düzgünlüğü değil, ma’nâların ahenkli diziliş ve düzgünlüğündedir. Yani: Haddi tecavüz etmiş lafziyyûnun yaptıkları gibi değildir. Evet, lafızperestlik o gibi kimselerde müzmin bir hastalık halini aldığı için, Abdülkahir-i Cürcanî "Delail-ül İcaz" ve "Esrar-ül Belagat" adlı eserlerinde yüz sahifeden fazla o gibi lafızperestleri red ve tevbih yolunda münazaraya hasreylemiştir.

Evet, ma’nâların nazmı, ahenkli dizilişi ise; kelimeler arasındaki nahvî ma’nâları aramak ve kastedip talep etmekten ibarettir; Yani harfi ma’nâları (Harf ile tarif edilmiş edatları) kelimenin mabeyninde eritip akıtmaktır ki, garip nakışlar elde edilebilsin .

İşte, eğer dikkat ile bakabilsen, görürsün ki; fikirlerin ve hissiyatların fıtrî mecraları ancak şu nazm-ı maânîdir.. ve bu nazm-ı mâanî dahi, mantıkın kanunları ile muhkemleşir, sağlamlaşır. Mantığın üslûbu ile de, fikir teselsül çizgisiyle hakikatlara gider kavuşur. Hakikate kavuşan ve ulaşan fikir ise, mahiyetlerin derinliklerine ve münasebet kurulabildiği kadar derinliklerine nüfuz edebilir. Mahiyetlerin nisbet ve münasebetleri de, ekmel nizamın rabıtalarıdır. Nizam-ı ekmel dahi, hüsn-ü mücerredin sadefi ve sandukçasıdır, ki o da bütün hüsün ve güzelliklerin kaynağıdır. Hüsn-ü mücerred ise, belagat çiçeklerinin bahçesidir ki, bu çiçekler letâif ve mezaya ile isimlendirilmiştir. Ve bu letâif ve mezayanın bahçesi de, büleğa ve fıtrat aşıkları denilen bülbüllerin cevelangahıdır.. Ve büleğa bülbüllerinin tatlı ve latif nağmeleri ise, ancak nazm-ı maânînin kamış neylerinden kıt'a-kıt'a yayılan ruhanî avazlarından tevellüd eyler.

(İşaratül İ'caz (Badıllı))


İ’lem eyyühe’l-aziz! Misafir olan bir kimse seferinde çok yerlere, menzillere uğrar. Uğradığı her yerin âdetleri ve şartları ayrı ayrı olur.

Kezalik Allah’ın yolunda sülûk eden zat çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rast gelir ki bunların da her birisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır. Bu şartları ve perdeleri, birbirine halt edip karıştıran, galat ve yanlış hareket eder.

Mesela, bir ahırda atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda andelibin terennümünü, güzel sadâsını işitir. Eğer o terennüm ile atın kişnemesini fark etmeyip andelibden kişnemeyi talep ederse kendi nefsiyle mugalata etmiş olur.

(Habbe, Menevi-i N.)


Mi'racdır. Evet inşikak-ı kamer, âlem-i şehâdette olan âdemîlere bir mu'cize-i kübra olduğu gibi; Mi'rac dahi, bir mu'cize-i kübra-yı Muhammedîdir ki âlem-i ervahda olan ruhaniyât ve melâikeye karşı nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bâhire ile isbat edilmiştir.

Andelib-i aşk olan Câmî güzel terennüm etmiştir:

...

(Şuaat, Asar-ı Bediiyye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Gül: Aralarında muhayyel bir aşk olduğu kabul edilen çiçek.
  • Sa'di-i Şirazi: İran edebiyatında bülbülü ve onun güle olan aşkını en güzel şekilde dile getiren ünlü şair.
  • Gülistan: Sa'di-i Şirazi'nin bülbülün bazan beyitler okuduğu düşünülen eser

Kaynakça[değiştir]

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Common_nightingale
  2. https://islamansiklopedisi.org.tr/bulbul
  3. Bülbül şairane konuştuğu için şu bahsimiz de bir parça şairane düşüyor. Fakat hayal değil, hakikattir.